5 Temmuz 2013 Cuma

Vıcık Vıcık Oynamak

Geçenlerde İbrahim Melih Gökçek, medyanın ve köşe "analistlerinin" pek üstünde durmadığı bir bomba patlattı.

"Demirel ve Koç, Sarıgül'ü Chp lideri seçti" dedi. Mustafa Sarıgül'ün Rahmi Koç ve Taylan Bilgel'in Süleyman Demirel'i taziye ziyareti için gittiğini ve taziye sonrası odada bulunan herkesin dışarıya çıkarıldığını ve 4'lü bir zirve yapıldığını da ekledi. 

"Sarıgül 'ün CHP Genel Başkanlığı hayırlı uğurlu olsun. Kılıçdaroğlu, istediği kadar yırtınsın gücü yetmez. 2 manşetle Kılıçdaroğlu'nun ipliğini pazara çıkarırlar. Görüştüler ve bitti bu iş" dedi.

Bu sözde zirvenin detayına girmeye pek gerek yok diye düşünüyorum.

Burada asıl üzerinde durulması gereken, Tc Devleti'nin başkenti Ankara'nın belediye başkanının, olayları değerlendirme perspektifi.

Onunla birkaç dakikalığına empati kurulursa, zihninde, Süleyman Demirel hala Türkiye siyaseti hakkında "baş koltukta" oturan bir etkili isim. Öylesine etkili ki, merhum eşi Nazmiye Demirel'in vefatı için taziye ziyaretine gelen birkaç protokol isimle, hemen devlet konuşmak üzere toplantı salonuna geçebiliyor. "Devlet" eşten de önce geliyor. Devlet'in eşten önce gelmesine, ya aktif devlet başkanlığında rastlarsınız, ya ordu komutanlığında ya da savaşta, bunların dışında da, Cia, Mossad, Nsa, Mi5-6 tipi ajanlıklarda. 

Yine Gökçek'in iddiasına göre devam ettiğimizde, odada Rahmi Koç ve Taylan Bilgel var. 

Yani empatik perspektif analizine devam edersek; Doğan Holding ve Koç Holding, alenen Chp'yi yeni yıldız yapma arefesinde, Akp'nin koltuk değnekliğini yapmakta olan Kılıçdaroğlu'nu da, medya silahı ile Baykal saflarına alma arefesinde.

Medya gücünden o kadar emin ki Gökçek, takkesini kendi nefesiyle düşürüp kelini ortaya çıkarıyor.

Her fırsatta demokrasi ve adaletten söz eden başkan, bir ana muhalefet partisi liderinin, "2 manşetle" indirilebileceğine inanıyor.

Aynı düzenek elbette tersi için de işler. İndirebiliyorsanız, kaldırabilirsiniz de.

Tıpkı Recep Tayyip Erdoğan'ın, birkaç mısra için hapse atılıp, daha doğrusu "mağdur" edilip, hemen ardından da başbakan yapılması gibi.

Bu perspektif öyle kişisel bir şey değil. Bir farkındalığın ürünü.

Ülkedeki patronların, ve ülkeyi Abd ve Avrupa'dan yöneten patronların, medyayı en iyi şekilde kullandığının ve medyanın mutlak tekil sahipleri olduklarının (muhalif çizgidekiler de dahil) farkındalığı.

Yine medyanın Katolik - Ortodoks - Musevi - Protestan anlayışlara koşulsuz hizmet ettiklerinin farkındalığı. Ve bunu da, günümüz "trendi" olan İslam görüntüsünde yapıyor oldukları. 

Gökçek, farkında olmadan yeni "biat" listesini açıklamış ve olası "gelecek konjonktüre" göz kırpmış.

Elindeki içki kadehli fotoğraflara "montaj" diyen Gökçek, gelecekte bir ihtimal, "yeniden çağdaş ve hiç olmadığı kadar Laik Türkiye"nin yeni profilinde, kadehli fotoğraf da verebileceğinin sinyalini vermiş.

Konuyu dağıtmadan medya kısmına dönersek, Türkiye'de işlerin kontrolden çıkma ihtimali üzerine kaygılanan "patronlar", yine kendileri kurdukları İslam maskeli Mısır yönetimini daha dönemini doldurmadan "darbe" marifetiyle indiriverdiler.

Şimdi elinde tüm dünya medyası var. Bir olay meydana getirip, bu olayı da istediğin şekilde yansıtma, anlatma şansı elinde.

Yani "vıcık vıcık" oynama şansı elinde. 

Fas'tan Pakistan'a kadar, sayabileceğiniz tüm ülkelerde, aynı dandik, kalitesiz sistemle iş yürütüyorlar.

Sahte seçimler, sahte partiler, bazen parti isimleri bile birbirinin aynı oluyor. (bkz. Fas Adalet ve Kalkınma Partisi)

Bir yerde kontrolü kaybetmeye başladın mı, hemen dikkatleri başka yöne çekme şansı elinde. 

Çin'de Türkmen katliamı, Mısır'da darbe.

Abd ve Avrupa'ya çöreklenmiş bu "patronlar", yaşadıkları ülkelerdeki insanları da, tüm dünya insanlarını da tabiri caizse "eşşek" yerine koyuyorlar.

Tabi bu noktada, eşşek yerine koyandan mı sual olunmalı, koyulandan mı burası tartışılır.

Ancak hiç yadsınmaması gereken, kitlelerin dolaylı imhası ve mutlak kontrolü için kullanılan medya silahı, en büyük argümanları. 

Medya ile Justin Bieber üretip, İtalya Başbakanı indirebiliyorlar. 

Kılıçdaroğlu indirip, Sarıgül getirebiliyorlar.

Ülkelerin halklarını "terörist" ilan edip, çöreklendikleri ülkeleri İnsan Hakları sözcüsü tayin edebiliyorlar.

Baykal kasedi yayınlayıp, yeni kasetler çekip hazırda bekletebiliyorlar.

Ve daha da ilginci, aynı medya organları kullanılarak halk tarafından açılmış "boykotları" ustaca manevralarla "reklama" çevirebiliyorlar. 
(Divan Otel, Migros, Arçelik, Yapı Kredi)

Biz de öyle bir halkız ki, neredeyse her şeyi yiyip, bir de doğru şeyler yapıyor olmamızın tatminini yaşıyoruz.

Boykotlar hep sözde kalıyor.

Banka boykot edenlerin kayda değmez kısmı icraata döküyor.

Avm'ler yine tıka basa doluyor.

"Babamın oğlu değilsiniz, tabii ki masrafını ödeyeceksiniz" diyen banka genel müdürünün bankasını, Divan Otel yardımı nedeniyle bir anda doğru banka olarak seçebiliyoruz. 

Yakın bir gelecekte, "aranan kan" konuşmaları yapacak olan, x parti liderinin de tüm kanlı konuşmalarını yiyip, sandığa gideceğiz. 

Belki baraj da inecek.

Türkiye yine eski koalisyonlu sisteme geçecek.

Tabi bunlardan da önce, atlatılması gereken bir "çözüm süreci" kaosu var.

Bdp, "Pkk'nın uyuşturcu ile mücadele ettiğini bütün dünya bilir" gibi bir inci attı ortaya.

Bakarsınız, önümüzdeki seçimin yıldızı, "her kesime hitap edeni" Bdp olur.

Olaylar yine vıcık vıcık devam eder.

Biz de bir şeyleri değiştirdiğimizi sanar avunuruz...
 
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Görüş ve düşüncelerinizi küfür, hakaret içermeksizin iletebilirsiniz.