19 Mart 2012 Pazartesi

Saptama

Saptama


Yılmaz Özdil'i kıskandım. Çok orijinal saptamalar yapıyor son günlerde.
Ben de naçizane bir tane eklemek istedim.
Geriye dönüp bir bakıyorum da, şu yıllarda toplumun geldiği durum; merhametsizlik, suça yatkınlık, eğitimsizlik, kıskançlık, kaçakçılık, ben merkezcilik, daha saymakla bitmeyecek binlerce olumsuz nitelik.
Şu sıralarda TRT 1'de yerli film Sultan'ı izliyorum.
Çok ilginç bir diyalog dikkatimi çekti ve yazmaya başladım;
 “Fakir semtlerde reklamlar yasaklanmalı” diyor, varoş mahallenin, fabrikada çalışmak zorunda olan aile annesi karakteri.
Hatta o sahnede üç benzer nitelikte kadın var. Dul olan Türkan Şoray; evlerinde televizyon olmamasına rağmen, çocuklarının komşularında seyredip, her şeyi istemesinden şikayetçi.
Günümüz hayalci, desteksiz atış ortamının sahteliğinden bir an uzaklaşabilirsek, her olumsuzluğun temelinde, şaşırtıcı bir şekilde, ne siyaset, ne sosyoloji, ne ekonomi olmadığını anlıyoruz.
Olayların temelinde olan tek şey var; o da televizyon. Televizyonun temelindekilere girmeye gerek duymuyorum. Enerjiyi yöneten, enerji kullanan her şeyi de yönetiyordur yaklaşımıyla yetiniyorum. Tıpkı laboratuar ortamında geliştirilen bazı hastalıklara bir yandan da ilaç üretilmesi gibi bir şey bu...
Bunların tümünü yapanlar da, Bloomberg HT, Cnbc-E Ekonomi saati programlarının hitap ettiği kitle...
Bodrum kitlesinden bahsetmiş ya sayın Özdil...
Bu kadar saptamanın arasında asıl hususu atlamış. Üstelik “kazık” konusunu bile ele almışken.
Ülkemizde asgari ücret 600 küsür.
Geçen gün gazetede bakıyorum, Her şey dahil tatil programları, günlüğü 200-400 TL. arası değişiyor.
E asgari ücret 600 küsürdü? Burası Türkiye değil mi? Farklı bir ülkeden mi bahsediyoruz?
 “BİR şekilde” cukkayı doğrultmuş olanlar, acı tarafımızı gözler önüne sererken, Oscar Wilde modunda yazmaktan kendisini alamıyor...
Tabi haliyle, 5 kişilik çalışıp, 600 küsür Lira maaş alan insan, evinde oturmakla yetinmek durumunda kalıyor.
Serüven bitiyor mu dersiniz?
Yapamadığıyla kalabilse yine iyi...
Bu sefer evde televizyon seri katili onu bekliyor.
Canı çıkmış bir vaziyette işten dönüp, kıt kanaat karnını doyurduktan sonra, kuruluyor televizyonun karşısına.
Pek tabii ki ona eşi, varsa çocukları da eşlik ediyor. Hatta bu husus onların Nobel ödülü almalarını sağlamalı diye düşünüyorum. Bu kadar yokluk içinde, yaşam enerjisini kaybetmeyip, bir aile kurma yoluna gidebilecek kadar da cesaretli.
Ancak gelin görün ki, bir andan sonra, bu masum aile, Şeytan'ın gözü olan televizyona maruz kalmaya başlıyor.
Ne var televizyonda?
Baba, dizilerde gösterilen, şaşalı hayatları izliyor ve iç geçiriyor, aileme şöyle şartları sağlayamadım...
Anne paparazzi programlarını, aslında birer genelev programı olan evlilik programlarını, ya da hayali hayatları içeren dizileri izliyor.
Kız çocuk Küçük Sırlar'la asimile ediliyor, erkek çocuk da, geleceğini kurtarmak istiyorsan, mafya olacaksın telkinine maruz kalıyor.
Ülkede sadece Eğitim Gönüllüleri var, yazık ki “doğru” eğitim gönüllüleri yok. Olacaksa bile, bir tane zaten var denip vaz geçiriliyor...
Süreç içinde, karakteristik özelliklerine göre, Agresif İnsan'lıktan, Azılı Katil'e kadar çok geniş bir skalada, bir zombi haline geliyor ev halkı.
Tek kelimeyle yaşayan bir ölü.
Üzerine başına giydiğinden, seveceği şeylere kadar, aşkı, sevgiyi, yalanı, kötülüğü her şeyi, aldığı telkinler doğrultusunda belirliyor.
Görüntüde, kararlar alan, düşünen, uygulayan bir insanken, aslında birçok hareketi programlanmış bir mutanttan ibaret...
Böyle bir ortamda kötüyle savaşta yılmaz olan kişilerin, hangi türlerin nereleri yanlış olarak işgal ettiğinden değil, neden bu kadar “kötü tür” var konusuna eğilmesi, aklı selim göstergesi olabilir...


Nurettin Yılmaz Koçak 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Görüş ve düşüncelerinizi küfür, hakaret içermeksizin iletebilirsiniz.