27 Mayıs 2013 Pazartesi

Zamana Yayılmış Bilinçli Soykırım - Haçlı Seferleri

Eskiden daha bir başkaymış her şey. Hani giyim kuşamdan tutun, yenilen içilene kadar, her şeyin başka bir kalitesi, başka bir ağırlığı varmış.

Mesela düşünün eski Haçlı Orduları, Osmanlı Orduları askerlerini. Sadece görsel açıdan bile bir şölenmiş. Dev Haç figürleriyle bezenmiş zırhlar, kasklar, kalkanlar. Zaten bir haç olan kılıçlar. 

Osmanlı'da daha heybetli görülmek için giyilen Börk'ler, kuşaklar, demir ile örülmüş zırhlar. Hançerler, mızraklar...

Meydanlarda karşılaşıldığında, tarafların savunduğu ve uğruna ölmeyi göze aldığı kavramlara daha sıra gelmeden, yaşanan bir "gerçeklik" varmış. Kılıç sallarken, balyoz sallarken, top ya da ok atışı yaparken, ya ölüyor ya öldürülüyormuşsunuz.

Zaman bir hayli ilerledi. Belki bir hayli daha ilerleyecek. 

Ancak iddia ediyorum ki, insanlık tarihi hiçbir dönemde bu kadar kaypak, bu kadar kalitesiz, bu kadar her şeyin tiksindirdiği, savunulan değerlerin bile ustaca değersizleştirildiği ve kaosa sürüklendiği bir süreç yaşamamıştır.

Sadece kendi ülkemiz Türkiye için söylemiyorum. Tüm dünyada bir tuhaflık var. 

Mesela Haçlı Ordusu eski haçlı ordusu değil. Bugün İslam'ın ve müslümanların güttüğünü savunduğu kini, nefreti ve yok etme isteğini yüzlerce kez katlayacak seviyede barındırıyor. Uygulamaya da sokuyor. 

Mutlak surette maskelerin arkasına saklanıyor artık tabii. Korkak çünkü, ödlek. 

Artık Haç figürlerini göze sokma işini Hollywood başta olmak üzere tüm gösteri dünyası yapıyor. Ama sanatsal olduğu için, tüm dünyada "epik" bir algılanışı oluyor. 

İran'ı, Irak'ı, Afganistan'ı, Suriye'yi, Libya'yı, Mısır'ı, Türkiye'yi, Boşnakları, kana bulayan ise Haçlı Ordusu değil. 

Vietnam'ı kan gölüne bulayan ama yine de istediğini alamayan da Haçlı Ordusu değil. 

Buralarda olup bitenler, tamamen siyasi, sosyolojik, ekonomik başka nedenlere bağlı.

Bir kere mezhepler var değil mi? Eh mezhepler varken, orada çatışma çıkmaz da nerede çıkar değil mi ama?

Benim asıl gıpta ettiğim, bu "mezhep" çatışmalarının hep Ortadoğu'da, ya da benzer nitelikte, yer altı zenginliği olan, yer üstü zenginliği olan, elması madeni olan yerlerde gerçekleşiyorken, bir Fransa'da, İngiltere'de, Almanya'da gerçekleşmiyor olması. Mesela Abd falan hiç göremezsiniz böyle şeyler.

Piyasaya yeni çıkan bir uyarıcıyı denediği için balatayı sıyırıp, satın alınması "legal" olan, babasına ait makineli tüfekle okul taraması dışında şeyler duyamıyoruz. Onlar da münferit bile olmayabilir.

100 yıllık bir geçmişe bakın, Abd ve kuyruklarının katlettiği milyonlarla karşılaşacaksınız. Ve her gün de muntazam bir şekilde öldürülüyor masum insanlar. 

Ama onlar Ortadoğu'lu değil mi? Bizim egolarımız öyle anasının gözü olmuş ki artık, "ıyy ölsünler zaten onlar, asalak gibi yaşıyorlar" seviyesine gelmiş olanlar bile eminim vardır. 

Kendi yaşadığı şartları matah sanıp, ileride aynı koşulsuz katliamın kapısına dayanacağından habersiz, sadece medyanın yönlendirmesiyle taraf ya da tarafsızlık geliştirmekle işi çözdüğünü sanan yüksek egolarımız var bizim.

Sosyal, yazılı ya da görüntülü medyada, köşelerini tutmuş ve birbirine salya sümük saldıranları "LIKE" etmek cengaverliği varken, ne gerek var canım sokaklara dökülmeye?

Bizler yani atalarımız, zamanında Yunan'ı denize dökmüş ne de olsa, asıl denize dökülmesi gereken, İngiliz, Abd kısacası BM askerleri bizim evlatlarımızdır değil mi?

Hele siyaset sahnesindekiler. Bir müslümanlar bir müslümanlar...

Onlarca viral paylaşım dolaşıyor bir şey eklemeye gerek yok; hepsinin ana fikri; "sen soy, yağmala, paylaş, peşkeş çek, ama kafa çekenlere tu kaka de, bu mu adaletini sevdiğim dünyası" ...

Hayri Kozakçıoğlu zaten silinmiş, adı unutulma seviyesinde, gönder bir tetikçi indir, hem gündem değişsin, hem konuşulacak bir şey çıksın yüzlerce haber programına.

Biri ölmüş, öldürülmüş, kalbi yenmiş, ciğeri soğanla sötelenmiş, bunlar temelde bir önem arzetmez.

Aslolan şey; bir an önce ekranı 4'e ya da daha fazlaya bölünüp, köşesini belirlemiş ve "ışın kılıcını" çekmiş birkaç canlı yayın konuğu ya da canlı bağlantı ile olayı işleyip, tartışıp, "reklamlardan sonra" yine birlikteyiz demek...

Alkol yaygarası da keza. Reklamın dik alası. Aynı yaygarayı çıkaranlar, İDDAA'ya laf edebilirler mi?

Kumar oynatmak yasak değil mi kanunen?

Gerçi kanunen yasak olanların hepsi serbest artık. Daha 8-9 yaşında çocuklar başlıyor oynamaya. Tüm tv yayınları, tüm gazeteler de bu İDDAA varangelesinin koruyucu ve yayıcı misyoner şövalyeleri.

Başbakan da buna dahil. Spor Bakanı'na hiç girmiyorum. Sanırım oradaki bombayı yakında Red Hack patlatır.

7'den 70'e İddaa oynayıp Trilyon Dolarlık bir piyasa oluşturuyorlar.

Ve koşulsuz kasa hep kazanıyor. Hükümet seviyesinden, AMK gazetesine kadar, sokaktaki vatandaşın yıkanmış beynine kadar, herkes buna hizmet etmiyor mu?

Şimdi Recep Tayyip Erdoğan, sen bu İddaa mafyasına dur diyebilir misin?

Kafası kıyaklık anlamında, alın efendim bir sosyolog, bir psikiyatr profesör, yani kısacası kabine ve partinizdekileriden farklı olarak "zeki" insanları alın yanınıza ve sorun.

"İddaa" projesi ile oluşturuluyor olan kumarbaz neslin mi kafası daha kıyak olur, yoksa diğerlerinin mi?

Gerçi kimi kime şikayet ediyorum değil mi?

Sen Süleyman Demirel ve Yaşar Büyükanıt'ı bir değerlendir bakalım, kafaları kıyak mı durmuşlar, ülkeyi komuta ettikleri yıllarda?

Ben mesela kafam kıyakken bile yapamam senin şu "Suriye'deki ucuz Mossad ajanı Esed'i bebek katili ilan edip de, ülkendeki bebek katilini demokrasi neferi edişini".

Daha da açayım, şu an piyasada ulaşılabilen tüm "kafa kıyaklayıcıları" edineyim ve içeyim. Bu kurduğun cümleyi ve diğer birçoğunu  sarfedemem.

Zaten yaşattığınız çelişkilerle, toplumun kafası kaostan kaynaklı kıyaklaştı. 

Ben mesela hep kafam kıyak yazarım yazıları. Henüz ayılamadım. 

Mesela ayıldığımda ilk işim, sizi piyon olarak kullanıp, ülkeyi harman yerine çeviren Vatikan Haçlılarını "denize dökmek" olacak. 

Hem onlar zaten Hristiyan bile değil. Ama sizler müslüman olduğunuza göre, o zaman herkes her şey olabilir.

İDDAA diyorum sayın başbakan. Blok koyabilir misin? 

Dindar nesil istiyorsun, kafası kıyak olmasın istiyorsun. Ama kumarbaz olsun istiyorsun öyle mi?

Hiçbirisi gerçek spor müsabaksı olmayan bunca tiyatroya, sırf bahis mafyası istediğini alabilsin diye sesini çıkarmayarak, kafası ayık mı olmuş oluyorsun?

Hiç sanmıyorum...

Nurettin Yılmaz Koçak
 





14 Mayıs 2013 Salı

Yemin Tazeleme

Ben şu an çok ama çok merak ediyorum. Geçtiğimiz genel seçim konjonktürü ile geldiğimiz noktadaki siyasi konjonktür arasındaki farkı, "dağlar" kelimesi bile zayıf tanımlar. 

Yemin neydi hatırlayalım:

“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyet'e ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa'ya sadakattan ayrılmayacağıma; büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”

Merak ediyorum, şu anki meclis, hem "güven" tazeleme, hem "kan" tazeleme, hem eleştirilere "tokat" olarak, bu yemini baştan alma cesaretine ve kabiliyetine sahip midir?

Hatırlarsınız, son genel seçim esnası ve sonrasında, bir hayli kaos yine eksik değildi memlekette. Tutuklu vekiller, meclisi boykotlar, sonradan yemin edişler vesaire. Kriz bir şekilde atlatıldı, "tutuklu" vekiller hariç yemin işlemi tamamlandı.

Ama henüz bir sonraki genel seçimler bile gelmeden, ülkenin geldiği nokta ortada.

Şimdi soruyorum, üstteki yemini sırayla tekrar edebilir misiniz?

Edemezseniz eğer, sizler ve o meclis, neyi temsil eder?

Yasama ve yürütme, hangi ideoloji ya da siyasi maksat altında işler?

"Yargıya müdahale edilmemeli" diye bas bas bağıran siyasiler, yargı tarafından Abdullah Öcalan'a verilmiş olan "ağırlaştırılmış müebbet hapise" rağmen, bu hapsin Türk Ceza Kanunu'nda açıkça tanımlanmış infaz şekline rağmen, onunla görüşmek ve bunu "barış ve demokrasi" adına yaptığını söylemek, açık bir şekilde yargıya "müdahale" değil midir?

Hiçbir gerekçe ile, hüküm giymiş bir suçlunun, özellikle de yaşadığı ülkeye baş kaldıran, isyan eden, ordusuna/polisine/halkına kasteden, bir insanı, "barış" konusunda aktör haline getirmek, açıkça terör suçu işlemek değil midir? Belli ki bir tane bile "Cumhuriyet Savcısı" bırakılmamış...

Ağırlaştırılmış müebbet cezası almış bir kişi ile, devletin bekasını belirlerken, geri kalan milyonlarca vatandaşı, temel hak ve özgürlüklerini açık bir şekilde reddeden, baskılayan bir tutum içerisinde kaosa sürüklemek, açık bir şekilde örgütlü terör suçu değil midir?

Tüm bu şuursuz adımların arasında, "süreç" adı altında mesnetsiz ve kifayetsiz bir operasyon yürütürken, ahlaksızca ve şerefsizce öldürülen insanların vebalini, ne idüğü belirsiz bir ülke ve rejimine yıkmak, ne tür bir akl-ı selimdir?

Tüm bunlarla birlikte sahi siz; meclise girerken ettiğiniz yemini;

TAZELEYEBİLİR MİSİNİZ?


Nurettin Yılmaz Koçak 

 


9 Mayıs 2013 Perşembe

AKİL MECLİS

Biz kendimizi avutalım hala, biz bir cumhuriyetiz, demokrasiyle yönetilen bir "hukuk" devletiyiz diye.

Görmeyelim, parmağımızı koyun gibi boyattırıp, 70'ler Türkiye'si gibi sıraya girip seçtiğimizi sandığımız adamların kazıklarını.

Hala mevcut sistemin kendi içinde uğradığı tuhaf mutasyonlardan medet umalım. O mutasyonlardan millete bir hayır gelmesini bekleyelim. Sistemin yamalanmasını çözüm görelim. Tümden değişmesi gerektiğini hiç ama hiç konuşmayalım.

İngiltere'nin bizleri uyutmak için koyduğu kuklaları, bize vekalet ediyor sanalım avunalım. 

Onlar da 550 "seçilmiş" olmalarına rağmen, akil seçsinler, kendileri muktedir olamadıkları "iknayı" gerçekleştirsinler diye.

O akiller halka "siz hep aptaldınız, aptallığınızı tescil ediyoruz" hitapları yaparken, meclis de kendi içinde, yeni anayasa "ikna" turlarına başlasın. İkna turları kapsamında;

- Milletvekillerinin “temsil niteliği bulunan programları için yapmış oldukları giderler” TBMM bütçesinden karşılansın,
- Bir kez seçilen milletvekili, TBMM üyeliğinin tüm haklarından ölünceye kadar faydalanabilsin,
- Başkent protokol listesinde 22’nci sıradan 9 basamak yükselsin. 13’üncü sıraya geçerek orgenerallerin üstünde olsun, (yetmez kraliçenin de üstünde olsun)
- Vekillerinin resmi ziyaret ve programlarında araçlarına, ambulans, itfaiye ve takipteki polis araçları gibi geçiş üstünlüğü tanınsın, ( tübitak hemen ışınlanmayı bulsun ve vekillerin hizmetine açsın)
- Sadece görev sırasında kırmızı pasaport kullanan milletvekilleri ve aileleri, teklifle ömür boyu bu haktan yararlanabilsin, ( bu haktır zaten, haksızlık yapmayın)
- Halen uygulandığı gibi silah ruhsatı alabilsin. Bu ruhsatlarda süre kaydı aranmasın. Bu belgeler için vergi ve harç alınmasın. ( aman yük olur size vergi ve harç, halk öder)
- Maaşlarını 3 aylık peşin almaya devam etsin. Ancak ölüm, Cumhurbaşkanı seçilme ve genel seçimler halinde önceden verilen üç aylık ödenek ve yolluklar geri alınmasın. (ücretsiz borsa tüyoları kendilerine verilsin, maaşlar sterlin üzerinden ödensin, örtülü ödenekten de "ne olur ne olmaz yanında bulunsun diye 1'er milyon tahsis edilsin)

Böyle bir tablodan sonra, önceden sanki fakirmiş gibi, onlar da millete vekalet ettiklerini unutup, gayet alışıldık bir şekilde kendileri ve ailelerinin geleceklerini düşünüp, balıklama atlama gerçekleşecektir. 

Şimdi soruyorum Mehmet Şimşek: " Erken emekliliği Türkiye kaldıramaz diyen sen, bunca yükü anabolik steroitler yardımıyla mı kaldıracaksın?"

Türkiye'nin erkleri, milletin meclisinde birbirini satın alırken, bu milletin yüzüne nasıl bakacaklar?

"Yerli oto intihar olur" diyen Mustafa Koç, "yerli milletvekili intihar olur" niye diyemiyor, eğer ülkenin canını bu kadar düşünüyorsa?

Birbirine ana avrat düz gitsinler diye, kendinizi koyun yerine koydurup, bir de damgalatıp seçtiğiniz adamların, millete nasıl vekalet ettiğini görün.

Şimdi sırada partilerin "taze kan" değişimi vardır, bekliyoruz.

Genel seçimler öncesinde atılacak bu adımın ardından, size yine "tamam bu adam bizi kurtarır" cümlesini er ya da geç kurduracaklar. 

Onyıllardır süren sarmala, yeni bir sarmal daha eklemeniz işten bile değil. 

Bir farketseniz artık, seçimle, 550 tane milletvekili ile ülke ve vatandaşları uğruna hiçbir şey olmadığını. 

İktidarıyla, muhalefetiyle, bağımsızıyla, Türkiye üzerinde egemen olan Abd, İngiltere, Almanya ve Fransa'nın lejyonerliğini yaptıklarını.

Türkiye'nin tek kurtuluşunun, önce bu ülkelerin mutlak boykotundan geçtiğini. Onlardan gelen bir tatarcık sineğine bile izin verilmemesi gerektiğini.

Her gelenin, bir öncekinden daha beter bir konuma taşıdığını ülkeyi, bir farketseniz. 

Sizin seçtiğinizi sandıklarınızı seçen, para patronlarını boykot etmeyi bir başarabilseniz. 

Adım adım ülkedeki her noktayı ele geçirenleri takip etmeyi, fişlemeyi bir başarabilseniz.

Onlara bu toprakların ringonun ahırı olmadığını, bu toprakların altında şerefiyle savaşıp, bu toprakları savunmuş atalarımız olduğunu bir hatırlatabilseniz...

Siz kim oluyorsunuz da, Türk - Müslüman maskesine bürünüp, karış karış her yeri satın alıyorsunuz, "100 tanenize bizim 1 tanemiz bile fazla" diye bir kulaklarını çekebilseniz.

Kendi saltanatlarını sürdürebilmek ve geliştirebilmek için, milletvekili görüntüsünde, kendi vekillerini gönderdiklerini farkedebilseniz.

Tbmm çatısı altında, vekillerin kendilerini satın almasına kadar geldi artık rezalet.

Bu pisliği sadece temizlemesi bile en az 50 yıl sürer. 

Ah doğru, en azından parmaktaki mürekkep, bir yıl olmadan çıkıyor değil mi?

Siz de haklısınız. 

Pardon!

Nurettin Yılmaz Koçak 

4 Mayıs 2013 Cumartesi

Üfürükten Tayyareler Ordusu

Yeni anayasa henüz çıkmadan yürürlüğe girdi. Henüz maddeleri bile tam olarak belli olmayan anayasanın baba adımları, keyfe keder, alabildiğine, hani tabiri caizse 250 kilogram okkalısına sahipmişçesine atılıyor.

Hop bir baktık, Türkiye Cumhuriyeti PKK, PKK Kürdiye Cumhuriyeti oluverdi. 

Ama yok ki aralarında bir babayiğit, yeni düzenin adını "Büyük Ortodoks Cumhuriyeti" olarak isimlendirsin.

Ben de okkalayayım o okkalı ses tellerini. Görsek bu civan merti, Ermeni Cumhuriyeti'ni ilan etse. Malumu ilam etse. 

Hazır mevcut anayasaya aykırılıktan, suç duyurusu yapan eden de yok. Olsa da duyulmaz zaten. 

Cengaver gazeteciler, viyk viyk diye sadece köşelerinden öterken. Milyonlar oldu babam takip edeniniz, tamam doğrusunuz, Yılmaz Özdil, Uğur Dündar, Bekir Coşkun. Kursanıza şöyle fiyakalısından bir parti. Toplasanıza madem bir çatıda milleti. Hadi yazdınız. Yazılarınız paylaşım rekorları da kırdı.

Eeee?

Mesela Kiro Manoyan çıksa "Pkk, Kürt-Türk, faso fiso" dese, "sizin ırklarınız sizi ilgilendirir" dese, bizim savaşımız bu topraklarda kendini gizleyen Ermeni, Süryani, Yahudi, Rum insanlar için dese.

Ama nerede? 

Çünkü o Ermeni, Süryani vesaireleri, kendisi gibi ideoloji neferi sanıyor hala Vatikan.

Hala dünyayı Hıristiyanlaştırmanın peşinde.

Şeriatçı bir nev'i. Kökten dinci. Fundamentalist Vatikan. Hala sanıyor ki, ben Türkiye Cumhuriyeti'ni ırklar, mezhepler kaosuna sürüklersem, İslamcılığı hortlatırsam, tâbi olanları bile alayından tiksindirirsem, alıştırmış olduğum tüketim düzeni ve kapitalist kölelik düzeni, zaten dolaylı yoldan kiliseye hizmet ediyor.

Yeter ki mezhepler çatışsın, mevcutlarından tiksinsin ya da  ölümüne savunsun.

Neyi savunduğunu bilmeden savunsun.

İç çatışma çıkarsa da o galip, kaos sürerse de. Ama kaos mutlaka sürmeli ki, pisliğin kokusunun kaynağı belli olup da kökü kazınmak istenmesin.

O silah satsın, biber gazı satsın, cop satsın. Molotof kokteyli için şişe satsın. İçine koyulacak benzini en pahalısından satsın.

Ölüsüne ceset torbasını satsın.

Taşnak Partisi'nin Erivan temsilcisi Kiro Manoyan da çıksın, "önce pkk alacak, sonra biz onlardan geri isteyeceğiz desin". Ne güzel oynuyorsun. Sende olanı sana mı koyalım Kiro? Taner Yıldız'a benzerliğin de gözümden kaçmadı!

Bak okkalı adamınki. Rahat 250 gram basar yani. Gelse bana tartar veririm raporu eline ama gelmez. 

Yavşak medya bunu haber yapmaz. Gider Suriye bölgesinde kaos yaratır, İstanbul'da kaos yaratır. Ermeni değil ama medya. Süryani hiç değil. Kilise fonlamıyor Türkiye'deki medyayı ve siyaseti.

Onların hepsi özerk kuruluşlar, özerk adamlar, partiler.

Onların ideolojileri var.

Mesela başbakan 3 çocuk istiyor. Dindar nesil istiyor. Onlarca dinin olduğu dünyada, "dindar nesil" diyor. Şimdi sorsak, Allah'ın dini birdir, o da İslam'dır. Gerisi küfürdür der.

Eh paşam, padişahım, hazretim, senin Diyanet'in dinler arası diyalog falan kuruyor ama? Netcez onu? Adnan Oktar ve Fetullah Gülen'in Yahudi ve Hıristiyan lobisi ile muhabbeti malum. 

Şimdi sormazlar mı hangi dinin dindarı bir nesil istiyorsun?

Hem bak sen öyle bir zemine getirdin ki memleketi, Ermenisi osu busu paylaşmaya başladı. 

Silah bırakmalar falan. Apo'ya özgürlük olmazsa olmazlar falan.

Birkaç yıl içinde meydana gelecek Özgür Türkiye Ordusu ve Muhalifler çatışması mı hazırlıyorsun sen?

Tarifini ver de ben de Almanya, Fransa ve İngiltere'de hazırlatayım. 

Baksana tutuyor, seviliyor. İşe de yarıyor. Abd'de bile işe yarar. Natives & Yankees savaşı başlatırız belki, he olma mı?

Hiç aklınıza gelmiyor değil mi, biz fişliyoruz ama bir fişleyenimiz var mıdır diye?

Ali Baba'nın çiftliği nasıl olsa Anadolu toprakları.

Öldür askerini, öldür gencini, öldür yaşlısını, pilotunu, subayını. Unutturuyorsunuz değil mi iki haftada her olanı. Öyle sanıyorsunuz değil mi?

Haydi yaşayanları geçtim, bizleri geçtim. Boğaza çökmeye geldiğinde sıra, öldürdüğünüz masum insanların evlatlarının, eşlerinin ahları, size yetmez mi?

İliklerinize kadar kurumadan, her acıyan canın ceremesini çekmeden göçebilecek misiniz bu dünyadan?

İzin veren çıkacak mı?

Paçayı kurtarabilecek misiniz?

Özal ne kadar şanslıydı, en azından acısı birkaç hafta sürdü demeyecek misiniz?

Dedirten çıkmayacak mı?

Papa'nın ahırı mı burası?

Onunki kaç okka?

Oğlanlarına mı sormak lazım, Adnan Oktar da bilir mi? 

He?

Nurettin Yılmaz Koçak