19 Mart 2012 Pazartesi

Neden Şaşırdınız ki

Neden Şaşırdınız ki ?

ÖSYM, YGS sınavındaki soruların şıklarının “ufak” bir acemilikle bir şifreye karşılık gelmesini kabul etti. 1.700 bin öğrencimizin girdiği bu hayati sınavı çoktan şaibe altında bıraktı bile. Ancak bana göre bunda şaşılacak hiçbir şey yok ve Türkiye Cumhuriyeti standartlarına son derece uygun bir durum. Ve bence bu durum, Türkiye’de zaten yıllardır vuku bulan, Türkiye’deki “kalbur” üstü ve derin düşünen kesimin çocuklarının faydalandığı, hiç de acemice olmayan bir sistem bu. Bu durumu hükümetlerle ilişkilendirmek de son derece saçma olurdu. Çünkü hükümetlerin aslında “ HÜKÜM ET!” emrinin bir sonucu olduğunu milletimiz yavaş yavaş öğrenmeye başladı. Hüküm et emrini verenler, nasıl ki eğitim sistemini bu derece iğrenç, sınav sistemini bu derece kalitesiz ve zorlayıcı hale getirdiyseler, pek tabii ki bu zorlayıcılık ve iğrençlikten uzak tutmak isteyecekleri öğrenciler de olabilecekti.

Nasıl ki, ailecek işledikleri vahşi cinayette bile kayırılan kişiler, yine kendi işledikleri, ülkemizin gençlerinin geleceklerini vahşice öldürme cinayetinde de kayırılacaklardı. Bu kaçınılmazdı.
Bizlerse hala durumu periyodik olarak vuku bulan iktidar dönemlerine bağlamaya çalışıyoruz. Bundan üç dönem önce tablo böyleydi, biz enkaz aldık, bunu şimdi şu hale getirdik gibi söylemler, ve bu söylemlere inanmak ya da inanmayıp, sandık başında siyasi iradeyi değiştirebileceğine inanmak, bence Türkiye Halkı’nın en acınması gereken zaaflarından birisi.

Hükümetler değişse de, değişmeyen, kümülatif olarak artan ya da azalan bazı şeyler var. Ülkenin dış borçları, bu borçların katlanarak büyüyen faizleri, hayali ihracat yaparak devleti direkt olarak soyan firmaların sayıları, dışa bağımlılık yüzdemiz, vergiler, vergi kaçakçılıkları, işsizliğimiz, petrol fiyatları, su, elektrik, doğal gaz fiyatları gibi onlarca unsur durmadan ve acımasızca artıyor. Bir de ülkemizin güzide kenti ve bence asıl başkenti İstanbul başta olmak üzere, kıyı şeritlerimiz ve sınır bölgelerimizdeki, yabancı insan sayısı; hızla artıyor. Devlete hizmeti ve laiklik düsturunu ilke edinmiş olan Protestan Kiliseleri ve bunlara bağlı çalışıyor olan apartman dairesi kiliseleri de kültür mantarı gibi çoğalıyorlar.
Huzur, refah, özgürlüğümüz, paramız, haklarımız, sahip olduklarımız, sahip olabilme ihtimallerimiz, ahlakımız, zekâmız, farkındalığımız, şerefimiz, haysiyetimiz, gün geçtikçe daha da azalıyor ve kaybolma seviyesine geliyor.

A.B.D.’nin bastığı dolarlara hesap soran yok nasıl olsa, bilinen limanlardan, bilinen gemilerle, birkaç konteynır taze basılmış dolar gönderdiğinde, durumun hem üstte saydığım gibi olmasını sağlayanları, aynı zamanda yokmuş gibi görünmesini sağlayanları satın alması birkaç dakika sürmüyor bile. Eş zamanlı olarak İngiltere’nin de kıs kıs gülerek beş çayını yudumlamasını da unutmamak lazım.
Demokrasinin varmış gibi göründüğü ancak hiçbir zaman var olmadığı ülkemizde, her seçim dönemi, ya sahte istikrarın peşinden gidiliyor, ya da yeni çözümler bulunmaya çalışılıyor. Bir süre önce kim ve ne olduğunu unutturanlar, gün geliyor, vatandaşın hakkını-hukukunu savunmaya yelteniyor. Bir raptiye bile üretmemizden hazzetmeyenler, ülke halkı gelişemesin, mümkünse hep gerilesin, ya da yerinde saysın diye, önümüze attıkları basit oyunlarla bizleri kandırdığını sanıyorlar.  Gençlerimizi; yani onlar için en büyük tehdidi, yüzlerce oyunla saf dışı bırakmaya çalışanlar, henüz satın alınmamış namuslu halkı, beyin hücrelerine varana kadar soyanlar, biz onları yeniden topla tüfekle kovmadığımız sürece burada olacaklar. Ne seçimle seçtikleriniz bunu engelleyebilecek, ne suskunluğunuz. Ne zaman ki ülkesine adım atabilmek için zorlu vizeler ve mülakatlar ortaya koyan Avrupa ülkeleri, İngiltere, Amerika gibi ülkelerin bize gelecek olan vatandaşlarına, aynı vizeleri uygulamaya başlayıp, aynı mülakatlara maruz bırakıp, ülkemize ne için geldiklerini ve maksatlarının ne olduğunu sorar hale gelirsek, işte o zaman bir şeyler düzelmeye başlıyor diyebilirim.

Bundan öte, seçsek de seçilsek de durum şimdi olduğundan daha iyiye gitmeyecek. Ancak ben bunu pek de dert etmiyorum; biz kurtulmasını bilen ve başarabilen bir milletiz. Daha önce de kurtulduk. Demek ki yeterince kurtulamamışız ki, bu ucuz oyunlarla bizleri ele geçirmeyi hedefleyenler, ilk günkü hedeflerinden bir an olsun sapmamış olanlar, aslında Anadolu Kültür Başkenti olması gereken İstanbul’u, Avrupa Kültür Başkenti olarak gösterecek kadar ileri gidebiliyorlar. Avrupa’nın kültürü Roma-Bizans ve başkenti Constantinopolis hazzını inceden yaşamaya başladılar bile. Ve bunu gözlerimizin içine baka baka yapıyorlar. Gülse Birsel, Avrupa Yakası dizisinde, Anadolu halkını hangi kategoriye soktuğunu Burhan Altıntop karakteriyle açıklamıştı. Üniversite okumuş, idari müdür seviyesine bile gelse, Anadolu insanı, Anadolu insanı olmaktan öteye gidemeyen olarak gösterilmişti.

Oysa ki Anadolu insanı, dünyanın 2/3’sine hükmetmişti ve ziyadesiyle ilerlemişti. Bunu yaparken, Türk, Laz, Çerkez, Kürt, Abhaz ve sayamadığım onlarcası tek bilek tek yürek olarak yapmıştı.
Türkiye’yi kaos içinde bırakıp yavaş yavaş bizi ele geçirenler, yarattıkları kutuplaşmalarla, yıllardır kavga gürültüyü eksik etmeyenler daha önce Texe Marrs’la da yaptıkları gibi, hesapta korku salmaya çalışıp, “bakın biz nerelerinize kadar sızdık” tarzı , kendi şakşakçılıklarını yapan adımlarını eğitim sistemi dahil atmaya devam etseler de, unutmayın genç gençtir. Sadece hakkı yenilen 1.700 bin genç bile, sizi tarihe gömmeye yeter!..


Nurettin Yılmaz Koçak 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Görüş ve düşüncelerinizi küfür, hakaret içermeksizin iletebilirsiniz.