19 Mart 2012 Pazartesi

Takiye

Takiye


Küçük bir komplo teorisiyle başlayacağım…
Yaşı belirli bir seviyede olanların bildiği gibi, Türkiye’de telefon numaraları bir zamanlar 5 haneliydi. Daha sonra numaraların yetmemesiyle, önce 6 ve son olarak 7 haneliye çıktı. Yine çok eski olmayan yakın bir tarihte, “kurumsal” nitelikteki firmalara özel “444” lü numaralar çıkageldi. Bu noktadan hareketle, Devlet Bahçeli stili bir formülasyonla, “444” ile başlayan kurumsal nitelikteki telefon numaralarını, yeniden 5 haneli düşündüğümüzde, geriye “44” rakamı kalıyor. İyi de “44” neyi ifade eder? “44” İngiltere’nin uluslar arası telefon kodudur. Nüfus ya da sayı yetmeyişiyle açıklayamayacağımız “kurumsal” numaraların 7 haneliye çıkışlarına, küçük bir dokunuş yaparak başına İngiltere’nin uluslar arası telefon kodu eklenmiştir. Açıklaması pek tabii ki ‘akılda kalıcılık için seçildi’ olacak olan bu durum, benim yemeyeceğim, yemiş olsam da hazmedemeyeceğim bir durumdur. 666 ile başlayabilirdi mesela. Nasıl olsa her yere gömülüyor bu rakamlar son yıllarda. Ya da 111 de olabilirdi. Eğer mesele numarayı kullanacak olanların çokluğuysa, olması gereken de zaten buydu… Bir başlangıcı olması gerekirdi.
Komplo teorimizde sonuca gelirsek, hizmet satın alıyor olduğumuz, parasını bire beş ödüyor olduğumuz  firmalara ulaşıp, danışma hizmeti ya da destek hizmeti “satın almak” istediğimizde, 444 ile başlayan bu numaraları çevirmemiz gerekiyor. Hiçbir zaman müşteri  memnuniyetini hedeflememiş olan bu kurumsal yapılar, yine aynı amaç için sesimizi de kaydediyorlar. Ama nedense bunların büyük bir çoğunluğuna dakikalarca bekleyerek ulaşabiliyoruz. Sürünüyoruz, süründürülüyoruz. Sürünmek için para ödüyoruz.
Kime ödüyoruz?
a) İsrail    b) Fransa   c) İtalya    d) Amerika    e) İngiltere
Şimdi sorunun şifresini de vereyim; ben adam kayırmıyorum, herkese veriyorum şifreyi: En büyük şıkkın sağındaki…
Sürünmekten devam ederek varacağımız noktada, görüyor olduğumuz tablo bundan çok farklı değil. Mesele sadece telefon değil.  Kişi, çok basit olan bu denklemi fark ettiğinde, çevresinde olup bitiyor olan olayların kaynağını, nedenini, oluş şekillerini, yöntemlerini, bir çorap söküğünden daha kolay çözebilir.
Artık Türkiye Halkı’nın fark etmesi gereken en büyük husus budur. Bizleri zihnen, ruhen ve bedenen uyuşturan, bunu yaparken aptal yerine koyan, aptal yerine koyarken soyan, hatta soyanı bile soyan, ve tüm bu yaptıklarıyla yetinmeyecek olan, asıl hedefi bizi yok etmek olan bir düşmanla karşı karşıyayız. Hoşgörü demeyin. Hoş gören sadece biz olduğumuzda, hoş görmeyeni görmediğimizde, üzerimize çökmüş olan tehlikeyi fark etmemiz de bir o kadar imkansız hale geliyor. Hem hoşgörü de neymiş? Var mı Anadolu insanı kadar hoş görülü? Var mı Trakya insanı kadar hoş görülü?
O öyle bir hoş görüydü ki, kendinden olmayanı bile kendi gibi bilen, kendisinin yiyemediğini yediren, kendisinin giyemediğini giydiren, istediği hayatı özgür gibi yaşatan. Bu hoş görü değil miydi takiyecileri fark etmememize neden olan?
Şimdilerde, bizden öğrendikleri gerçek hoş görüyü, kandırmaca hoş görü zihniyeti olarak  zerk edenler, bizim hoş görüsüzlüğü fark ettiğimiz anda yapacaklarımızdan korkanlardır.
Ve bunu engellemek için, Cumhuriyet tarihinden bu yana, hatta çok daha öncesinden, içimize çeşitli takiye usulleriyle sızmaktalar. Bu takiyeciler, yeri gelip akla zarar Türkçü ad soy adlarla, çember sakallarla, sıkı milliyetçilikleriyle, Marksist Leninist fikirleriyle, yerli görünen firmalarıyla, muhafazakar bıyıklarla, hatta 5 vakit namazlarıyla kendilerini gizleyip, bu toprakların insanlarını, yine o insanların nitelikleriyle kandırmayı en basit yol olarak görmüşlerdir.
Devrimi Mustafa Kemal Atatürk’le özdeştirmiş, “sol”u oluşturmuşlardır. Oysa ki Mustafa Kemal Atatürk, devrim dediğiniz şeye devrim dememiştir. Osmanlı’nın kötü politikasının ardından, silah arkadaşları ve bu toprakların bizzat kendi  milletinden oluşan ordusuyla ülkeyi kurtarıp, çağdaşlaşma ve Avrupa’yı anlayabilme temelli adımlar atmıştır. Eğer bu devrimse, Batılılaşma sürecindeki Avrupa Birliği’ne girme yolunda atılan adımların çoğuna imza atmış olan Muhafazakar Sağ AKP’de devrimci midir? Yani sağcı görünürken solcu mudur?
Solun ve sağın ne kadar içi boş terimler olduğunu, tarihin kendisi göstermektedir. Hatta şimdiki zaman bile, sağdan sola, soldan sağa girenlere tanıklık etmektedir.
Bu döneklik değildir. Ülkemiz üzerinde uygulanan kaosun artık son demlerine geldiğinin göstergesidir. Müslüman bildiklerinizi, kendi saf Müslümanlığınız gibi görmemeniz gerektiğini, Türkçü bildiklerinizi, kendi milliyetçiliğiniz gibi bilmemeniz gerektiğini, solcu ve sosyalist bildiklerinizi, kendi sosyalist ve solculuğunuz gibi bilmemeniz gerektiğini haykıran final sahneleridir.
Bu topraklarda yaşayan her insan tipine uygun bir idol, siyasi figür, amaç ve yol gösterici, dış mihrakların özel servislerinde bolca yetiştirilmektedir. Ve onların nitelikleri, nicelikleri, bilgi birikimleri, sizin, sizliğinizi savunduğunuz her detaydan fazlasını içermektedir.
Bizlerin Müslümanları Kur’an’ı duvara asıp yüzüne bakmazken, onlar her kelimesini ezberleyip neyle savaştıklarını çoktan öğrenmişlerdir. Bizlerin Türkçüleri sadece ırklarını sevip bunu özleriyle birleştiren insanlarken ve kökende kimseye kin duymazken, karşılarındaki figürler ve onların provokatörleri, tabana faşizmi ve düşmanlığı işlemiştir. Bu da suçu ve kaçakçılığı kaçınılmaz kılmıştır. Çünkü Türk’e Türklük için yaptığı her şey serbesttir artık. İstisnalar müstesna, solcu ve devrimcilerimiz, okudukları ya da duydukları birkaç isim, satır ile devrimci kesilmişlerdir. Sosyalizmin ve adaletin timsali olması gereken toplumumuz, bu konuda da kutuplara ayrılmıştır. Kürt vatandaşlarımız, kökende evlerine gittiğinde seni krallar gibi ağırlayacak insanlarken, onlar için de üretilmiş idollerce aldatılıp, kışkırtılmıştır.
Uzun lafın kısası, bu vatanda güller gibi geçinip, gayet de zengin yaşaması gereken millet, gayet ustaca planlanmış yöntemlerle, ayrımcılığın anatomisini çıkarmış olanlarca, her kesite bir idol yaratarak birbirine düşürülmüştür.
Bizler ki kendimiz gibi olmayana bile kendimizden fazla değer veren bir toplumuz. Kendimiz gibi görünen, gözümüzün içine sokulan, bilinç altı telkinlerle dolu söylemlerle karşımıza dikilen kendimizden sandıklarımıza aldandık. 
Artık yatsıyı geçti.
Uyanın ve yalancıların mumlarını söndürelim…


Nurettin Yılmaz Koçak 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Görüş ve düşüncelerinizi küfür, hakaret içermeksizin iletebilirsiniz.