Takiye
Küçük bir komplo teorisiyle başlayacağım…
Yaşı
belirli bir seviyede olanların bildiği gibi, Türkiye’de telefon
numaraları bir zamanlar 5 haneliydi. Daha sonra numaraların
yetmemesiyle, önce 6 ve son olarak 7 haneliye çıktı. Yine çok eski
olmayan yakın bir tarihte, “kurumsal” nitelikteki firmalara özel “444”
lü numaralar çıkageldi. Bu noktadan hareketle, Devlet Bahçeli stili bir
formülasyonla, “444” ile başlayan kurumsal nitelikteki telefon
numaralarını, yeniden 5 haneli düşündüğümüzde, geriye “44” rakamı
kalıyor. İyi de “44” neyi ifade eder? “44” İngiltere’nin uluslar arası
telefon kodudur. Nüfus ya da sayı yetmeyişiyle açıklayamayacağımız
“kurumsal” numaraların 7 haneliye çıkışlarına, küçük bir dokunuş yaparak
başına İngiltere’nin uluslar arası telefon kodu eklenmiştir. Açıklaması
pek tabii ki ‘akılda kalıcılık için seçildi’ olacak olan bu durum,
benim yemeyeceğim, yemiş olsam da hazmedemeyeceğim bir durumdur. 666 ile
başlayabilirdi mesela. Nasıl olsa her yere gömülüyor bu rakamlar son
yıllarda. Ya da 111 de olabilirdi. Eğer mesele numarayı kullanacak
olanların çokluğuysa, olması gereken de zaten buydu… Bir başlangıcı
olması gerekirdi.
Komplo teorimizde sonuca gelirsek, hizmet satın alıyor olduğumuz, parasını bire beş ödüyor olduğumuz firmalara
ulaşıp, danışma hizmeti ya da destek hizmeti “satın almak”
istediğimizde, 444 ile başlayan bu numaraları çevirmemiz gerekiyor.
Hiçbir zaman müşteri memnuniyetini
hedeflememiş olan bu kurumsal yapılar, yine aynı amaç için sesimizi de
kaydediyorlar. Ama nedense bunların büyük bir çoğunluğuna dakikalarca
bekleyerek ulaşabiliyoruz. Sürünüyoruz, süründürülüyoruz. Sürünmek için
para ödüyoruz.
Kime ödüyoruz?
a) İsrail b) Fransa c) İtalya d) Amerika e) İngiltere
Şimdi sorunun şifresini de vereyim; ben adam kayırmıyorum, herkese veriyorum şifreyi: En büyük şıkkın sağındaki…
Sürünmekten devam ederek varacağımız noktada, görüyor olduğumuz tablo bundan çok farklı değil. Mesele sadece telefon değil. Kişi,
çok basit olan bu denklemi fark ettiğinde, çevresinde olup bitiyor olan
olayların kaynağını, nedenini, oluş şekillerini, yöntemlerini, bir
çorap söküğünden daha kolay çözebilir.
Artık
Türkiye Halkı’nın fark etmesi gereken en büyük husus budur. Bizleri
zihnen, ruhen ve bedenen uyuşturan, bunu yaparken aptal yerine koyan,
aptal yerine koyarken soyan, hatta soyanı bile soyan, ve tüm bu
yaptıklarıyla yetinmeyecek olan, asıl hedefi bizi yok etmek olan bir
düşmanla karşı karşıyayız. Hoşgörü demeyin. Hoş gören sadece biz
olduğumuzda, hoş görmeyeni görmediğimizde, üzerimize çökmüş olan
tehlikeyi fark etmemiz de bir o kadar imkansız hale geliyor. Hem hoşgörü
de neymiş? Var mı Anadolu insanı kadar hoş görülü? Var mı Trakya insanı
kadar hoş görülü?
O
öyle bir hoş görüydü ki, kendinden olmayanı bile kendi gibi bilen,
kendisinin yiyemediğini yediren, kendisinin giyemediğini giydiren,
istediği hayatı özgür gibi yaşatan. Bu hoş görü değil miydi takiyecileri
fark etmememize neden olan?
Şimdilerde, bizden öğrendikleri gerçek hoş görüyü, kandırmaca hoş görü zihniyeti olarak zerk edenler, bizim hoş görüsüzlüğü fark ettiğimiz anda yapacaklarımızdan korkanlardır.
Ve
bunu engellemek için, Cumhuriyet tarihinden bu yana, hatta çok daha
öncesinden, içimize çeşitli takiye usulleriyle sızmaktalar. Bu
takiyeciler, yeri gelip akla zarar Türkçü ad soy adlarla, çember
sakallarla, sıkı milliyetçilikleriyle, Marksist Leninist fikirleriyle,
yerli görünen firmalarıyla, muhafazakar bıyıklarla, hatta 5 vakit
namazlarıyla kendilerini gizleyip, bu toprakların insanlarını, yine o
insanların nitelikleriyle kandırmayı en basit yol olarak görmüşlerdir.
Devrimi
Mustafa Kemal Atatürk’le özdeştirmiş, “sol”u oluşturmuşlardır. Oysa ki
Mustafa Kemal Atatürk, devrim dediğiniz şeye devrim dememiştir.
Osmanlı’nın kötü politikasının ardından, silah arkadaşları ve bu
toprakların bizzat kendi milletinden
oluşan ordusuyla ülkeyi kurtarıp, çağdaşlaşma ve Avrupa’yı anlayabilme
temelli adımlar atmıştır. Eğer bu devrimse, Batılılaşma sürecindeki
Avrupa Birliği’ne girme yolunda atılan adımların çoğuna imza atmış olan
Muhafazakar Sağ AKP’de devrimci midir? Yani sağcı görünürken solcu
mudur?
Solun ve sağın
ne kadar içi boş terimler olduğunu, tarihin kendisi göstermektedir.
Hatta şimdiki zaman bile, sağdan sola, soldan sağa girenlere tanıklık
etmektedir.
Bu döneklik değildir.
Ülkemiz üzerinde uygulanan kaosun artık son demlerine geldiğinin
göstergesidir. Müslüman bildiklerinizi, kendi saf Müslümanlığınız gibi
görmemeniz gerektiğini, Türkçü bildiklerinizi, kendi milliyetçiliğiniz
gibi bilmemeniz gerektiğini, solcu ve sosyalist bildiklerinizi, kendi
sosyalist ve solculuğunuz gibi bilmemeniz gerektiğini haykıran final
sahneleridir.
Bu
topraklarda yaşayan her insan tipine uygun bir idol, siyasi figür, amaç
ve yol gösterici, dış mihrakların özel servislerinde bolca
yetiştirilmektedir. Ve onların nitelikleri, nicelikleri, bilgi
birikimleri, sizin, sizliğinizi savunduğunuz her detaydan fazlasını
içermektedir.
Bizlerin Müslümanları
Kur’an’ı duvara asıp yüzüne bakmazken, onlar her kelimesini ezberleyip
neyle savaştıklarını çoktan öğrenmişlerdir. Bizlerin Türkçüleri sadece
ırklarını sevip bunu özleriyle birleştiren insanlarken ve kökende
kimseye kin duymazken, karşılarındaki figürler ve onların
provokatörleri, tabana faşizmi ve düşmanlığı işlemiştir. Bu da suçu ve
kaçakçılığı kaçınılmaz kılmıştır. Çünkü Türk’e Türklük için yaptığı her
şey serbesttir artık. İstisnalar müstesna, solcu ve devrimcilerimiz,
okudukları ya da duydukları birkaç isim, satır ile devrimci
kesilmişlerdir. Sosyalizmin ve adaletin timsali olması gereken
toplumumuz, bu konuda da kutuplara ayrılmıştır. Kürt vatandaşlarımız,
kökende evlerine gittiğinde seni krallar gibi ağırlayacak insanlarken,
onlar için de üretilmiş idollerce aldatılıp, kışkırtılmıştır.
Uzun lafın
kısası, bu vatanda güller gibi geçinip, gayet de zengin yaşaması
gereken millet, gayet ustaca planlanmış yöntemlerle, ayrımcılığın
anatomisini çıkarmış olanlarca, her kesite bir idol yaratarak birbirine
düşürülmüştür.
Bizler ki kendimiz gibi olmayana bile kendimizden fazla değer
veren bir toplumuz. Kendimiz gibi görünen, gözümüzün içine sokulan,
bilinç altı telkinlerle dolu söylemlerle karşımıza dikilen kendimizden
sandıklarımıza aldandık.
Artık yatsıyı geçti.
Uyanın ve yalancıların mumlarını söndürelim…
Nurettin Yılmaz Koçak
Nurettin Yılmaz Koçak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Görüş ve düşüncelerinizi küfür, hakaret içermeksizin iletebilirsiniz.