26 Ağustos 2013 Pazartesi

Kanlı mı Olacak Kansız mı Olacak - 'Bağzı' Notlar

- Burhan Kuzu, Abdullah Gül saflarına çoktan geçmiş sanırım. Anayasa komisyonunun başındaki isim, henüz Akp saflarındayken    " fareler gibi açtınız, bize şükredin" gibi bir cümle kurabiliyorsa, Akp'yi Akp'ye kırdıracakları da gün gibi ortaya çıkmış oluyor. Ya da Tayyip'i Akp'ye diyelim...

- Bugün, medyada yazıyor/çiziyor olan şahsiyetlerden kaçı gerçek ismini kullanıyor? Kaçı işgal güçlerinin gizli servislerinde maaşlı memur? İsimleri deşifre edilse nasıl hissederler? Filmlerdeki gibi, hemen görevden alınırlar mı?

- Şimdi biraz düşününce, fazla kasmaya da gerek yok, hani Ortadoğu uzmanı falan olmanız gerekmiyor. Türkiye'nin "muhaliflere" gönderme ihtimali olan ve hatta kendi kullanıyor olduğu silahlar da dáhil, Suriye, Mısır, Irak bunların tümünde kullanılanlar ve kimyasal olanlar, buraların bakkallarında mı satılıyor?

 Hani eskiden bakkallarda, Ülker açık bisküvilerin satıldığı kutu standlar vardı. O tip standlar var da, içlerinde Sarin gazı tabletleri, Ak 47'ler, Kaleşnikoflar, Havan Topları mı var? Kim üretiyorsa, kullandıran da O değil midir? Ortadoğu uzmanı değilim. Ortadoğu'nun en cáhil adamıyım...

- Güldüren var ağlatan var. Bizdeki de ağlatan "siyaset".

- İsrail bayrağındaki iki mavi çizgi kesin olmasa da Nil ve Fırat nehirlerini temsil ediyor. Bayrağın tarihi de malûm. Nakış gibi işlenen günümüz konjonktürü, acaba yine bir mavi dosyada mı yazılı? Ya da kırmızı kitap mı?

- Radikal'den Deniz Zeyrek, ilginç bir tespitte bulunmuş: 

Peki, CIA, Mossad, MI5 gibi anlı şanlı istihbarat kuruluşları, ABD ordusu uyudu mu? Suriye’de küresel istihbarat ağı uyuyor muydu? Yoksa istihbaratçıların yanı başımızdaki büyük tehlikeleri takip ettiğini düşündüğümüz zamanlarda aslında ‘big brother’ düzeninin oyuncuları mı oluyorduk? ” 

Ben de çıtayı biraz daha yükseltip, "ne ÖSO, ne diğer olmayan örgütler, Sarin saldırısını ve tabii ki diğer hepsini, neden Bm denetçileri neden o 'anlı şanlı istihbarat servisleri' yapmamış olsun?" demek istiyorum.  Irak'a girilmesine neden olan da onlar değil miydi? Biz nasıl olsa mezheplere, ideolojilere bölünmüşüz. Gerçek katilleri görmeyip, katil uydurmak ruhumuza işlemiş. 

- Ölmek üzere olan firavunun imána gelmesi olayı, bir serbest çağrışım yapmama neden oldu.

- Millî Gazete'den Mehmet Şevket Eygi;
 
Lozan, günümüzdeki bütün krizlerin kaynağıdır. Birileri Lozan zaferini kutluyormuş. Ben bir Müslüman olarak ağlıyorum” demiş.

- Taraf gazetesinden Namık Çınar da;

"Bizler Kemalist ideolojinin “dinin devlet kontrolünde tutulduğu” problemli süreçlerinden geldiğimiz için, demokratikleşmeden anladığımız da hâliyle “din ve vicdan özgürlüğü” kadarla sınırlı kalıyor. Zira demokrasi, her şeyden önce “despot”tan ve “Tanrı”dan kurtulmanın sosyo-politik tarihidir, onların hayatında" demiş.

- Sözcü gazetesinin bir haberinde, Avrupa'nın yaş ortalaması 42, Türkiye'nin 29. Biraz genç katli şart gibi duruyor. Üniversiteler bir açılsın da, şimdi gezideler, daha sonra Gezi'de olacaklar. 

- Necmettin Erbakan yıllar önce, "dönüşüm kanlı mı olacak, kansız mı olacak" diye bir cümle kurmuştu. Şimdinin Millî görüşü ile "dönüşüm" siyaseti taban tabana zıt gibi duruyor. Erbakan da son zamanlarında Erdoğan ile ziyadesiyle "zıttı". Son günlerde Fethullah Gülen Hareketi ile Erdoğan hükümdarlığı da "zıt" bir profil çiziyor. Zaten Çarşı da her şeye karşı. Hatta "kahrolsun bağzı şeyler". Bu dönüşüm meselesinin ipini, ben elimden kaçırdım. Dönüşümün dönüşümünün dönüşümü gibi bir sonuç çıkıyor bendeki verilerde. Aşûre bile daha az karışık. 

- Meclisteki 550 milletvekilini, 550 tane üniversite öğrencisiyle değiştirin, diğer dünya devletleri de aynısını yapsın, kalıbımı basarım, "dünya barışı" 24 saatte tesis edilir. 

- Dinozorlar öldü sananlar yanılıyorlar. Kendilerini güç ve hırsın dizginlerine bırakmış, aklı baliğ olmayan güruh, hiçbir şeyi düzeltemez. Hele bu salak sistemle zaten mümkün değil. Yaramaz, söz dinlemez, hiperaktif bozgunculuk çıkaran çocuklar misali, dünyayı sürekli bulandırırlar. Biri biter biri başlar. Onları şikayet edecek bir babanız da yoksa "teknik olarak", şikayet ya da kurtarıcı mekanizmasından medet ummayacaksınız. O çocuğu alıp bir güzel pataklayıp haddini bildireceksiniz. Bunu sizin için kimse yapmayacak. Az önce de belirttiğim gibi, bu teknik olarak mümkün değil.

22 Ağustos 2013 Perşembe

Başbakan Fatih Terim

Evet.

Kesinlikle; bu ayrıntı, biz ultra milletin gözünden nasıl kaçıyor anlamıyorum.

Muhalifine, yandaşına, çapulcusuna, bağımsızına, ulusalına, komünistine, dincisine, dindarına, fundamentalistine...

Hangi anlayışın sitesine tıklarsanız tıklayın, hilafsız Fatih Terim'i en az Tayyip Erdoğan kadar görebilirsiniz.

Topla, topçuyla uğraşmak da nereye kadar ama değil mi Fatih Hoca?

Sen koskoca Avrupa fatihisin. Manchester United markasını, kendi evinde tek yenen takım olan Fenerbahçe'yi de kendi evinde yenip kupa kaldıran takımın başısın.

Temsil ettiğin takım taaa 1905'te kurulmuş. Cumhuriyet'ten tam 18 yıl önce...

Kimde var bu birikim, tecrübe, yıllanmışlık?

Borsada da varsın ziyadesiyle.

Şike mike senin yanından bile (!) geçemez zaten.

Geçse de, elitsin bir kere, takım elit, tavuğuna kışt denmez bu álemde kolay kolay.

Bu kadar sık gördüğümüze göre seni ve transfer haberlerini, dünya ve ülke haberleriyle neredeyse aynı oranda, var bir şey demek ki.

Belli ki büyük şeyler dönüyor, büyük bir olay bu futbol olayı.

Eh o zaman tek bir şey kalıyor. Hazır siyaset meclisine dönüşmüşken statlar. Yakışmaz mı bir Galatasaray Parti'si?

Seçim bildirgesinin ilk maddesi de, seçim barajını düşürmek olsun. Bu vesileyle 3 büyükler bir de koalisyon patlatırlar.

Tadından yenmez bence. Mis gibi sportif sportif götürürüz işleri.

Fatih Terim bence bu işi kotarır.

Mert, yürekli adamdır vesselam. Şimdiki siyasiler gibi kıvırmaz da.

Bir düşünse artık.

...

Stada siyaset girmeyecek falan derken, başka bir ayrıntı dikkatimi çekti; "Gezi Ruhu", stadlara nasıl bu kadar "homojen" yayılabilmişti?

Acep Gezi Ruhu denilen şey, bizatihi ülkenin ruhu muydu?

O statlara hiç mi girmez, Ak Gençlik?

Sahi Ak Gençlik kaç kişidir? Nasıl bir istatistik vardır Ak Gençlik arasında?

Hiç maç sevmezler mi?

Bir tribün " her yer Taksim her yer Dİreniş" diye bağırırken, karşı tribün neden " dik dur eğilme, bu millet seninle" diye bağırmaz?

Futbol takımı taraftarlığı, koşulsuz Gezi Ruhu mu gerektirir?

İşler yatışıncaya kadar maçlara katılmama kararı mı aldılar, ya da sadece susuyorlar mı?

Zor mu tutuluyorlar, statlarda başbakan tarafından?

Cüppeli Ahmet Hoca ile Aziz Yıldırım, kader arkadaşlığı yaptılar, hoca O'na "muvaffakiyet" duası bile etti.

Şimdi hiç mi yok müridlerinden, maça gidip, Aziz başkanı bu davasında destekleyecek?

Her ne hikmetse, sabit olarak duran bir AK anlayış, ve karşısında umarsızca sürekli şekil değiştiren bir muhalefet duygusu.

Bu Gezi olur, bu Stat olur. Öğrenci olur, üniversite olur. Halkın bizzat kendi olur.

Bir yerde kalabalık varsa, kin ve nefretle yeterince doldurulduğundan emin olunmuşsa, artık o kitle taraf olmaya hazırdır.

Çak manipülasyon fitiline bir ateş, otur izle.

Bu zorla tutulan %50, zannımca İşçi Partisi'nin oy oranından bile daha az.

Ama tv sağolsun. Hd kaliteye de geçtikten sonra, hele bir de stereo ses sisteminden dinliyorsanız haberleri, tartışma programlarını, o beyni yıkamaktan daha kolay ne olabilir ki?

Birkaç patronun, baronun bir araya gelip, Anap iskeletinin üstüne kurduğu, İngiliz-Abd ortak yapımı partiyi, %50 diye ne güzel kaktırdılar.

Şimdi de halkın neredeyse tümü, katıksız bir homojeniklikte karşı dururken, %50 illüzyonu tüm hızıyla devam ediyor.

Bunların içinde en çok, sıradan birkaç avanta ile ya da sadece avanta gelme ihtimali ile sürmenaj olup, Tayyip Erdoğan'ı ana babasından daha çok sevecek kadar aldananlara acıyorum.

Onlara gerçekten Allah yardım etsin.

Tamamına %10 desek, %8 zaten ihale idi, hayali ihracat idi, borsa vurgunlarıydı derken, inşaat şu bu falan, cannabinoid etkisindeki açlık mekanizması gibi, soluksuz yiyor, geri kalan %2 de, en harbisinden aldanıyor.

Ama asıl aldanış bu %10'da değil.

Geri kalan %90'ın aldanışı, dünya üzerinde hiçbir şeye benzemez.

***

İhsan Eliaçık, polisin en son Gümüşsuyu'nda yaptığı müdahalede sakatlanan şahıs için, başbakana Hz. Süleyman üzerinden gönderme yapmış.

" 50 polis bırakıp kaçtı, iktidarınız Hz. Süleyman'ın bastonuna döndü. Tahtınıza ceset bırakıldı. Yaşayan ölüsünüz siz." demiş.

Ben dünya politikasını İncil'in belirlediğini düşünüyordum. Mesela Revelations'u yaşıyordu dünya.

Meğer işin içinde Necronomicon Exmortis de varmış.

Rabia işareti diye belirlenen işareti görünce daha iyi anladım.

"Signs of Power Necronomicon" yazıp görsellerde aratırsanız, gözlemleyebilirsiniz.

***

Ve ben sadece üzülüyorum. Dünya üzerinde yaşayan insanların, daha doğrusu bu insanlara her koşulda kastedenlerin, alıp veremedikleri nedir, çalmak istedikleri nedir, çalabilecekleri en fazla bir can iken.

Kendileri ölümsüzler mi?

Bebek, hasta ayırmaksızın, en kalleşçe yöntemlerle, dünyanın herhangi bir noktasında canlara kastedenlerin, derdi nedir yahu?

İktidar mı, para mı, güç mü?

Dünya gündemlerini belirleyenlerin akıl sağlıkları yerinde mi?

Paraya ve piyasalara tamamen hükmediyor olmaları, her istediklerini istedikleri an yapabilecekleri anlamına mı geliyor?

Ezilen popülasyon sadece üzerlerine yürüse, yer sarsıntısıyla kalp krizi geçirecek kadar az ve korkak olan bir azınlığın, derdi ne?

Silah denemek mi, silah reklamı yapmak mı, petrol mü?

Resmen seri katillerin, politikacı, bürokrat, Ceo vs titrleriyle, oyun hamuru gibi oynadıkları bir dünyada yaşıyoruz.

Her kavram birbirine girmiş durumda.

Varış noktası nedir?..



17 Ağustos 2013 Cumartesi

Neden Eylül Neden Sonbahar

Komedi tüm hızıyla devam ediyor. 

Komedinin, trajik olan yüzü ise, masum insanların, o veya bu nedenle katlediliyor olmaları.

Vatikan her zamanki gibi işleri eline yüzüne bulaştırıyor.

Ne Abd'yi doğru düzgün yönlendiriyor, ne İsrail'i, ne Avrupa Birliği'ni, ne diğer alt sancaklarını. 

Acemî, vasat, başarısız, canî, tutumsuz, tutarsız, hesapsız ve vahşi.

Hep olduğu gibi.

Önceki gün, "seçimle" gelen "devrik" Mısır lideri Mursi'nin "göz altı" süresi, "1 ay" daha uzatıldı.

Amma çok tırnak kullandım değil mi? Ama mecbur. İpuçları genellikle, son aylarda popüler olan, cümle/kelime puntolarının kalınlaştırılmasında ve tırnak içine alınmalarıyla kendilerini gösteriyor. 

Tutarsızlıklar ve komedi, daha bir gün yüzüne çıkıyor böylece.

1 ay sonra, miládi takvime göre 2013 Eylül ayına gireceğiz. Yılın 9. ayına. 

Bu noktada hemen bir komplo teorisi patlatıp, uyuz olanları daha da uyuz edelim hemen: "acaba 11.09.2013" yeni Gezi olaylarının provoke edilmeye başlanacağı tarih mi olacak?..

Bu işin şakası tabi. Öyle ya da böyle yine dandik hesaplar içinde olanlar var; burası gerçek. İzliyoruz ve göreceğiz.

Zaten köşe yazısı yazanlar ve analistler başka ne yaparlar ki değil mi? Olaylar olur, onlar yorumlarlar. Bunun tersten işlediğine pek rastlanmaz genelde. Bir köşe yazarı ya da analistin, ya da çok yaygın kullanılan titr üzerinden konuşursak, bir "araştırmacı yazarın" gündem oluşturduğuna, ve diğerlerinin O'nu takip ettiğine pek rastlanmaz.

Yine vasat bir örnek olarak belki Mehmet Baransu verilebilir.

O ne de olsa, çok "derin" bir gazeteci, kimsenin bilmediğini bilir, bulunamayanı ortaya çıkarır ve genelde haber bombaları patlatır.

Bu O'na bir tür bahşedilmiş güç gibidir. Diğer birçokları, bu özelliğe yaklaşamaz bile.

Wikileaks, Tuncay Özkan, Mit vs derken, çok can alıcı haberler çıkarır ve yayımlar. 

Bir ara da Emre Uslu'nun yıldızı parlıyordu. Ne hikmetse bu aralar pek bomba çıkmıyor ondan.

***

Recep Tayyip Erdoğan bir demeç vermiş:

"Türkiye'yi terk konusunda verilmiş sözler yerine getirilmiş değil. Yüzde 20 çekilme gibi bir durum var, o da çocuk, yaşlı kadın. Bunun dışında çıkma diye bir şey söz konusu değil. Böyle bilinmesinde fayda var" demiş.

Artık bu bilgiyi hangi danışmanı ya da bakanından aldıysa, bana çok komik geldi.

Önceki bir yazımda bu hususla, "bu kadar sürede Çin nüfusu dağdan inerdi" şeklinde dalga geçmiştim.

Şimdi yine bu açıklamayı da, aynı hatta daha güçlü bir komiklikte buluyorum.

Bocalamak ve işleri eline yüzüne bulaştırmak kavramlarının tanımları, sanırım yeniden yapılıyor.

TDK'yı yakından takip ediyorum. Bu kavramların da tanımlarını güncelleyecekler mi diye.

Malûm yaz bitiyor.

Yaz biterken birkaç başlık "spoiler"ı kendisini belli etmeye başladı bile.

- "Stada siyaset sokan bedelini öder."
- "Huzuru kaçıran ve hukuksuz hamleler atan bedelini öder."
- "Sıcak bir sonbahar geliyor" gibi...

Planlar planlar... 

Bu ikilemeyi sık sık kedimle ilgili kullanırım. Ben otururken beni oyuna çekmek için, ya da kalktığımda evde yürürken, sürekli bir plan hali içindedir. 

Saklanır, pusu kurar. En umulmadık anlarda pat diye önümde zıplayarak beliriverir vesaire.

Son dönem dünya ve iç siyasetimizi de, kedime benzetiyorum.

Ama kedim tabii ki onlardan daha iyi ve akıllı...

O kadar sığ bir akılla, o kadar başarısız adımlar atılıyor ki, şartlar bana bir yerli yapım sinema filmi olan Gen'i hatırlatıyor.

İzleyenler bilir, hastane hastalar tarafından ele geçirilmiş ve hasta yataklarında da doktorlar ve sağlık görevlileri.

İşkencenin, cinayetin, katliamın bini bi'para...

Yahu kardeşim, niye Eylül?

Şimdi bildiğim kadarıyla bu "lidersiz" bir olay.

Halkın duruşu, hareketi, falanı filanı.

Öyle ya da böyle özünden kopmuş olan ve her türlü provokasyona açık hale gelmiş olan bir vaka.

Sizler başında olduğunuz ve birebir yönettiğiniz organizasyonları bile ( süreç - akil adamlar - açılım ), zamanında yapamıyorsunuz ve elinize yüzünüze bulaştırıyorsunuz da, kendinize karşıt bildiğiniz/gördüğünüz bir hususta, "sonbahar" adına nasıl bu kadar emin konuşabiliyorsunuz?

Bu kadar da açık edilmez ki, Türkiye'yi ve vatandaşları, kendi elinizle kaosa servis edeceğiniz...

Şimdi niye değil? Ya da Temmuz neden değildi?

"Stada siyaset sokan bedelini öder" derken, liglerin açılması esnasına hedef mi gösteriliyor?

Ya da kendi ellerinizle yapacağınız provokasyonların, işaretlerini mi veriyorsunuz?

"Yaz ayıdır, üniversiteler kapalıdır, ayaklanma olursa vasat geçer, katılım düşük olur, millet tatilde, hem turizm de olumsuz etkilenmesin, oradaki avantamızı kaçırmayalım, sonbahar-kış, bunun için en verimli dönem olur" mu demiş oluyorsunuz?

Sonbahar sıcak geçse ne olur, soğuk geçse ne olur.

Milletin verecek bir canı kalmış ve Vatikan unsurları için de o canlar sinekten değersiz.

Siyaset yapsanız ne olur, süreç işletseniz ne olur?

Türkiye başkanlık sistemine geçse ne olur, mevcut düzen otursa ne olur, apaçık sömürge ülke iken.

Türkiye Petrolleri reklam veriyor, vatandaşa bir faydası olan bir şeymiş gibi...

Sizler elinize geçirmişsiniz, istihza, aşağılama, gözlerimize baka baka yalanlar, dolanlar, bir ay içerisinde verilmiş iki demecin birbiriyle çelişmesi...

Bilgisayar oyunu oynar gibi insan öldürmek, çatılardan bacalardan insan avlamak.

Ben çok araştırdım da bulamadım, birkaç yüzyıl önce doğmuş ve hálá yaşıyor olan birisini.

Hadi canisin, álemin en akıllısı, en iyi sömürenisin. 

Milyonlarca insanın hem canına, hem kaderine, kendi menfaatin uğruna kastedebilensin.

Korkusuz korkaksın.

Ama a'canım benim, sen de öleceksin.

Hayır iláhi adaletten bahsetmiyorum burada.

Doğrudan, düz, bildiğin öleceksin.

Ölürken gözlerinin önünden geçen hayatının film şeridinin galasına, İmdb'de kaç yıldız vereceksin?







6 Ağustos 2013 Salı

İş Salomon Seviş'e Kaldı ama O da Öldü

Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet görevi koltukları, bazen mahpus damından geçer.

Mahpus damından geçenler, tabii ki her zaman "devlet görevi" isteklisi değildir.

Kimi adam vurur girer, kimi adam olmayan birini vurur, yine girer.

Kimi adam soyar girer, ya da yaralar, küfreder, hakaret eder, girer. 

Bazen, Tbmm'nin göbeğinde, bir devlet görevlisi, bir devlet görevlisine "ana-avrat" düz gider.

"Dokunmayın vekilime" diyen Kraliçe Kanunları, ecdat - ata küfretsen de seni korur.

40 binden fazla insanın bir şekilde öldürüldüğü örgüt yaygarasına kelle yapılan devlet görevlisi, ağırlaştırılmış müebbet alır, ona heyet gider, kadın gider, tv gider, şartları sorgulanır... 

"Neden 40 binden fazla insan öldürüyorsun" diye sormak isteyen, varsa bu uğurda "pişmanlık" yasasını hatırlatmak isteyen, ateş açılmadığı sürece, ateş etmeyen, sadece ölme ihtimali var ise, kendisini ve ülkesini savunmak için ateş eden ordunun başındaki adam, terörist ilan edilir, ve zaten mahpusluğu devam ederken, bir de ağırlaştırılmış müebbete hüküm olunur...

Şimdi Pagan Patronlar aslında ne der buna da bakmak lazım.

Aslında dedikleri pek bir şey yok. 

Çünkü olup bitenler, bir miktar aklı ve muhakemesi olan her bireyi, törpülemek, bileylemek için atılıyor.

Kondom kullanımıyla kontrol altına alınamamış olan Anadolu topraklarında yaşayan nüfus, belki bir iç kıyımla kontrol altına alınmak isteniyor.

Malûm, batı ile savaşma ihtimali, kapı komşunuzla savaşma ihtimalinizden daha düşük.

Mesela Türkiye'nin, Fransa, Almanya, İngiltere ve Rusya'ya, top yekûn savaş açma ihtimali, Laik'in Şakirt'e, Şakirt'in Kürt'e, Kürt'ün Sünni'ye, Sünni'nin Alevi'ye, Apolitiğin Yandaş'a, ve tümünün Türk'lüğe savaş açma ihtimalinden daha düşük...

Hatta yok denecek seviyede.

Hem kimle savaşacaksın kardeşim, adam askerini devşiriyor, maaşla, parayla tutuyor, senin gibi davulla, zurnayla, kına yaktırıp askere giden ülke yok içlerinde..

Hadi oldu diyelim, nüfus ortalaması gelmiş 40'lara. 

İhtiyarlamış. Doğru düzgün evlilik falan da yok. Eh yeni trendler malûm.

Sen her şekilde hálá "tehditsin" O'nun için.

Hristiyanlaşman vesaire de çok önemli değil artık.

Akp rol modeliyle, artık Müslüman da İslamofobik oldu vesselám...

Sıkıntı nüfus hacım.

Nüfusun çok olursa, nüfuzun da bir o kadar çok olur.

Cemaat idi, Ergenekon idi, çapulcu idi yandaş idi, Sünnî idi Alevî idi derken, içeride "haklılığını" savunduklarımız, "sıcak sonbahar" imáları yaparken, bu kutuplaşmaların temelinde olan şey nüfus monşer.

Sağıldıkça "oh" diyen, lambaya püf diyen halkın bizzat varlığı sıkıntı.

Çağdaşsan da sorunsun, Laik'sen de, dindarsan da, yandaşsan da, her ne olursan ol, "git"sin...

Ama seni kontrol etmek, örneklerde de görüldüğü üzre hiç zor değil.

Çok kolay manüple olabiliyorsun.

Onlara göre sen, 5 TL olan akaryakıta ses çıkaramayan, ama her türlü masada devlet kurtaran bir güruhsun.

Kaosun sonunu getiren olmak yerine, kaosun altına odun atma potansiyeli olansın.

Sonbahar kızışmış, ortalık karışmış, bir şeye yaramaz.

Polis ve ordu plastik mermi yerine Ak 47 mermisi kullanmaya başlar. Ölenler olur. Terörist bombalara Avm'lerde rastlayanı olur.

Mayına basanı, canlı bomba olanı olur.

Bunlar temelde hiçbir şeyi değiştirmez.

Sömürgesin bir kere sömürgeliğini bileceksin.

Koç'un Ford reklámında dediği gibi, "makam sahibine makamında nasıl davranılması gerektiğini iyi bileceksin"...

Mahpusluk, mahkemelik işlerde, Salomon Seviş çok nám salmış birisi idi.

Yeldeğirmeni'nde oturan bir Yahudi terzi idi.

Görüntüde ufak dükkanında, elbise diken Salomon'un, mahpustan kurtardığı, askerliğini torpilli yapmasını sağladığı çok adam vardı.

Yeldeğirmeni'ndeki Sinagog'un tam çaprazında bir dükkanı vardı.

Şimdi yaşıyor olsaydı, gidip, "Salomon monşer, yapamaz mıyız bu içerideki haksız tutuklulara bir şey" diye sormak isterdim.

Salomon bu, ne yapar eder, bir yolunu bulurdu.

Ama o da öldü.

Sanırım ölmemiş olsaydı da, "haydi onları çıkardık diyelim, sürecin kana bulanmaması için, diğer müebbetlilerin de çıkması gerekir, toplumsal huzur ve sükûn ancak böyle sağlanabilir, birini çıkar birine müebbet ver olmaz ki, bak ikisi de "terör"den içeride, sana göre o terörist, ona göre sen, gel çık işin içinden" derdi.

Sanırım haklı da olurdu.

Bizim refaha kavuşmamız için, bir kere Hoca Efendi Abd'den gelmeli.

Hem Doğu'da okula ismini verdikleri Said Nursi ne demiş? 

- "İslám doğuda batıp, batı'dan doğacak" demiş.

Eh onu izleyenlerin başındaki adam nerede?

Batı'da.

Demek ki neymiş, bir süre daha fırtınalı, kanlı, rüzgárlı, gazlı, sazlı geçebilirmiş. Ama kurtarıcı geldiğinde, tüm kaosları dakikalar içerisinde sonlandırabilirmiş.

40 binin katili ile diğer isnat edilenlerin, bu yaşadıklarında bir anlam, bir derinlik varmış.

Hepsinin "affedilme" Zaman'ı elbet gelecekmiş.

Tüm kaosun üzerine, Cennet Irmak'larından gelen serin sular misali serpilecekmiş.

Gazlar ve barut tozlarıyla kızarmış gözler, bu su ile serinleyecekmiş.

Bir nev'î rahmet olacakmış.

Hapiste kimse kalmayacakmış.

Kanunlar baştan tanzim edilecek, sınırlar yeniden çizilecekmiş.

Suriye'nin Kuzey sınırı, Kürt himayesi ile, Irak'ın Kuzey'i Kürt himayesi ile, Türkiye topraklarına katılacakmış.

Ay yıldızlı bayrağın altında, onlarca başka bayraklar da belirecekmiş.

"Ama ne önemi var ki" olacakmış, "kimse ölmesin de, analar ağlamasın da", sömürülmeye, bu mizansende de devam edebiliriz'miş...

Yeter ki kimse müebbet yemesin. 

Ölümlü dünya...

1 Ağustos 2013 Perşembe

Somali'ye Dükkan Açmak

 Dandik bir İsrail'li çıkıyor, "çok Arap öldürdüm, ne var ki bunda?" diye soruyor...

Hayır antisemitist değilim. Semitist olma ihtimalim bile var.

Ama malûm yaşadığımız günlerde ne'ist olduğunuzun çok fazla önemi yok.

Hesapta Akp "müslüman'ist" değil mi?

Onu körü körüne savunan Müslüman'larımız var.

Hiçbirisi "cukka" peşinde değiller.

Allah'tan korkarlar. Allah deyince dizlerinin bağları çözülür, gözleri dolar hepsinin.

Demek ki bende göz yok. Bende beyin yok. Bende muhakeme yeteneği yok ki, onları sadece kişisel menfaatleri için didinen insanlar olarak görüyorum.

Yine malûm Ramazan ayı içerisindeyiz.

Hani Mason'ların bile Müslüman oldukları ay...

21. yüzyıl dünyasında işler artık çok karışık.

Din, mezhep, siyaset, her şey birbirine girmiş durumda.

İlk bakışta hepsinde görebileceğiniz tek ortak nokta var: Para...

Abd'nin İncirlik Hava Üssü'nden, askerlerimize karşı, çoğunlukla ateş kabiliyetine sahip insansız hava araçlarıyla yürüttüğü, "Pkk" saldırılarını, dağdaki "keleşlilere" yorduk hep.

Aylardır iniyorlar dağdan, Adnan Oktar'ın pornografik kızlarının tabiriyle, "maşallah, inşallah" ne inişmiş efendim bu?

Bu kadar sürede Çin nüfusu inerdi "dağlardan"...

Ama bizde işler tersten işler.

Dağda olmayanı, dağdan indirmeye çalışırsan, önce dağa adam çıkarman gerekir.

Ermeni Kürt'lerde var mı böyle bir cesaret, "saldırıları biz değil Abd ordusu yapıyordu, biz üstleniyoruz" diyebilecek.

Tabii ki yine, sanmıyorum...

Önümüzde bir türlü başaramadıkları kutuplaşma çatışmaları ihtimalinden, yine bir başkası var.

Alevi/Sünni yemezse, Türk/Kürt veririz, bunlar da yemezse, Laik/Dinci'miz var, hadi o da mı yemedi, "Akepe'ci, Cehapeci" var.

Kutuplarımız bitmez.

Hazır Mısır'ı da süresi dolmadan karıştırdı patronlar, onun cılkı çıkmadan Türkiye'de yeni bir karmaşanın temeli atılmalı...

Acele edilmeli.

"Süreçteyiz" ne de olsa.

Demirtaş "Türkiye 25-26 bölgeye bölünebilir" demiş.

Senin tatlı diline gurben canım benim.

Bol kremşantili, dandik kekli düğün pastası mı bölüyorsun sen?

Abd ne tür bir gaz veriyor sana?

İndica, sativa?

Kandil tehdit ediyor falan.

Senin bir alacak davan var ise, önce Türk vatandaşıyla omuz omuza vermeyi bileceksin.

Yok öyle Abd kuklalarına sırtını dayayıp ahkam kesmek.

Elektirk faturanı bile kendin ödemezken, her hizmetin bedava ayağına gelirken, geçeceksin bu "ezildik" ayaklarını. Edirne'de bile hakimiyet kurmuş bir yapının, "ezildik" demesi için destur demesi gerekir...
 
Seni adam yerine koyduklarını mı zannediyorsun?

Seni Türkiye sınırları içinde herhangi bir şekilde değerlendiremeyen o güç, şimdi seni Arap'larla karşı karşıya getirme arefesinde.

South Park Movie'de bir sahne vardı.

Abd bir savaşa girecek ve öncesinde general bir brifing veriyor.

Slayt gösterisinde Abd askerleri, hemen önlerinde tanklar ve onların da önünde siyahi askerler.

Tabi salonda tüm askerler gaza geliş çığlıkları atarken, sadece siyahi askerler sessiz ve somurtkan oturuyorlar...

Çünkü onlar ilk gözden çıkarılan oluyorlar...

Akp'nin sahte politikalarına uyan Müslümanlar gibi aynı.

Bdp'nin sahte politikalarına uyan Kürt'ler de bundan farklı değiller.

Zaten köken farklılığına girerek atılan her adım yanlış.

Aslında tüm yanlışları kapatmak için atılan doğru taklidi adımlar...

Danışmanlar da ufaktan gemiyi terki diyar etmeye başladılar.

Yiğit Bulut'un "başdanışman" olduğu bir başbakanlık düşünün...

Burada kendi anlatımımın arasına giriyorum..

Bu nasıl bir komedidir?

Hani verecek örnek, yapacak tasvir bulamıyorum.

Eskiden Capri Sun diye bir içecek vardı.

Soft Pack diye tabir edebileceğimiz bir paketi vardı. İçindekini bitirdiğinizde, elinizde büzüşmüş bir paket kalırdı.

Olup bitenler de o misal...

Gider ayak, Somali'de bir de bomba patlatıldı.

"Kaz gelecek yerden, polis esirgenmez"...

Ramazan'ın bereketi yine soyguncuların üzerine olacak elbet.

Vicdanı, ruhu, inancı, her şeyi, " biraz daha para kazanmak" olanlar için, daha iyi bir tezgah olabilir mi?

Hazırda bekleyen zekat ve fitre ödemeleri için, daha iyi bir hedef olabilir mi?

Emin olun toplayana zerre eleştirim yok.

Toplayabilitesi var topluyor.

Hiç ölmeyecek gibi yaşıyor.

Karpat'ların kontu Drakula misali.

İnsanı kandırdığı yetmiyormuş gibi, çok inandıklarını iddia ettikleri Allah'ı da kandırıyorlar ya...

Somali için, Arakan için, Gazze için gazı alan Müslüman'lar olduğu müddetçe, yiyeni bol olur.

Vicdan meselesinin dini, rengi de yoktur zaten.

Vicdanı olan saftır, saf olan sömürülür, kullanılır...

Ramazan, Şaban, Zilhicce farketmez...

O'nun eti en lezzetli olandır.

Yiyecek olan kanibal olduktan sonra ne önemi var ki?

Senin kanın üzerinden de yer, bayramın üzerinden de yer, dinin üzerinden de yer...

Ölünden de yer, dirinden de yer...

Kendinden taraf zannettiklerin, seni sadece yer...

Yiyen zaten alenen belli ederken, yediren ne tür bir gaflet içindedir?...