30 Haziran 2013 Pazar

Gündem Değiştirme Sanatı

"Büyük senaryonun parçası oldular" dedi başbakan, "gezi" eylemcileri için,  geçtiğimiz gün.

Büyük senaryonun en büyük parçasının bir itirafı niteliğinde aslında bu söz.

"Çözüm süreci"nin neyi çözdüğünü bilen var mı aranızda?

Sözde "Kürt Sorunu" çözümü gibi gösteriliyor ama, çözüm süreci ile başlayan cümleler kuran, yorumlar yapan bakanların yarıdan fazlası zaten Kürt!

Şimdi sen çözülmüş olan hatta çözülmüşlükten sarhoş olmuş bir kavramı önce ötekileştirip, sonra da çözümleme yoluna gidersen, onu hiç olmadığı kadar düğümlersin.

Bu ne stratejik bir hata, ne politikal manevra hatası.

Nasıl ki önce Ermeni Asala, 70'li yılların sonuna doğru hızlandırılmış olan, Kürt vatandaşların kışkırtılması, ayrıştırılması, suça teşviki noktasında baş rol oldu ise ve Pkk isimli mutant Ermeni-Amerikan şebekesini Türkiye'nin başına sarıp, başındaki isme de Abdullah 'Öcalan' dediyse, bugünlerde de "çözüm süreci" adı altında aynı oyun kontra olarak işleniyor.

Zaten strateji analizi iyi yapılırsa görülecektir ki, şu an Türkiye- Pkk, Pkk-Türkiye olmuş durumda.

Öyle bir demokrasiyiz ki, 550 vekilli mecliste, Akp ve Bdp'den başka parti yok gibi.

Onların da malum "başkanları"...

Akil Hilal Kaplan, o kadar akil ki, ülkede iç savaş var sanıyor herhalde, "barışa direnenlere #direnbarış" diye bir yazı kaleme almış. Başbakan "ayaklar baş oldu" demişti ya, tasvir etmiş sağ olsun.

Akilliğin bu kadarı! Biz tümden salakmışız, bu akillerle bunu anladık.

Direngezi vakası da keza.

İyi analiz edilemeyişini geçtim, bizzat yine Hükümet-Asala-Abd işbirliğiyle müthiş bir kontrolle gargaraya getirildi.

Bekir Coşkun neredeyse tüm yazılarında kitleye "çocuklar" diye hitap etti. Geri kalanında da Tayyip'ten başka bir şey demiyor zaten. Çok cesursun çook!

Medya, konuyu hep, "gençler, 25 yaş altı güruh" olarak işledi.

Bu telaffuzlar yapılırken bir şeylerin gargaraya geldiğini bir Allah'ın kulu yazmadı.

Materyal kulları da yazmadı.

Hepsi biçilen görevlerini eksiksiz olarak yerine getirip, aldıkları "mayışların" hakkını verdiler.

Salt, siyaset bağımsız, ideoloji bağımsız, telkin dışı bir kitle arada kaynadı gitti.

Toplumsal bir cinnet anı idi adeta.

Sanıldığı gibi tekil olarak Tayyip'e de değildi aslında.

Tayyip'in figür ediliyor olduğu Abd-Avrupa ortak peşkeşine verilen sesti. Onların Türk Halkı'nı hiçe sayıp, aşağılamasına verilen sesti.

Hiçbirisinin hükümet yıkmak gibi bir derdi yoktu. Derdi hükümet yıkmak olan, "barajı kaldır, seçimde şaibeyi kaldır, muhalefet uyuma, demokrasi nerede" demez!..

Devrim ve devrimcilik de keza yoktu. Bu kavramların kaynakları bellidir zaten.

Hergün yat kalk Tayyip, ve ona bağlı gösterilen yağma prodüksyonlarının yarattığı birikim ve cinnetin patlaması idi sadece.

Sosyal, yazılı ve internet medyasında sürekli çıkıyor olan, "memleketi yedi bitirdiler" haberlerine bir tepki idi aslında.

Türkiye'de Türk Bayrağı'nın yasaklanmasına, Türk olmanın tu kaka edilmsine bir tepki idi.

Ülkenin temel ücretleri ve temel yaşam unsurlarının bedelleri, kendi vatandaşına sürgünde vatansız muamelesi yaparken, göze soka soka ülkenin yağmalanmasına tepkiydi.

Abd mandası organları ve Avrupa sömürgen kenelerinin dışında, tüm unsurlarıyla sömürülen ve dalga geçilen halkın "yeter" deme isteğinin uç vermesiydi.

Tansiyon bir anlamda açığa çıkmış oldu.

Neredeyse her günün, aşağılayıcı, hiçe sayıcı, moral ve motivasyonu kemirip bitiren, umutları umutsuzluğa çevirme çabası içinde olan, ülkeye karşı açılmış çok yönlü psikolojik harekata "farkındayız" demekti.

Ama ne oldu?

Önce de söylediğim gibi, akiliyle, köşe yazarlyla, siyasisiyle, yalakasıyla, satılmışıyla; "olay" ustaca kanıksatıldı, yön değiştirdi.

Önce gösteri Pkk'laştırılmaya çevirildi.

Yine Asala unsurları, gösterici görüntüsünde, polise molotof kokteylli saldırı sahnesini sergiledi.

Dejenerasyon bir yerden başladı mı zaten gerisinin gelmesi kolay.

Aşırısı, marjinali ve bunları eleştiren ya da "mücadele" eden unsurların, tek bir irade olduğu da yine kabak gibi ortaya çıkmış oldu.

Yalnız kalan ve arada kaynatılan ise yine "halk" oldu.

Genç dendi, çocuk dendi, yürü be dendi.

Ama o gaz verenlerin hiçbirisi, olayın gerçekliğini ve nedenlerini konuşmaya yeltenmedi.

Çünkü muhalefet ediyor olduğunu sandığımız birçokları, aslında  kraldan kralcı tayfası idi.

Şimdi de beklendiği gibi Bdp, "hükümete sıra geldi" adı altında sokağa dökülüyor.

Hani, haklı ve demokratik "hak" olan protesto hakkının elimine edilmesi, bundan daha iyi başarılamazdı.

'Olaylar "dış güçlerin", Otpor ve Kanvas gibi örgütlerin güdümünde gerçekleşti' görüşü de vardı.

Belki olma ihtimali var. Belki bir Türk Baharı meydana getirme çabası da gerçekleşmiş olabilir.

Ama tüm bu unsurların dışında, tüm örgütlerden bağımsız, tüm partilerden bağımsız, sadece ve sadece talana, sömürüye, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına, vatandaşlık hakkının hiç sayılmasına, kendi öz vatanında el muamelesi görmeye "hayır" diyen insanlar, çoğunluktaydı.

Evlerinin önünde sokağa çıkanlar, lamba açıp kapayanlar, tencere tava ile eylem yapanlar, ve yine Gezi Parkı'nın çoğunluğunu oluşturan kitle, "protesto" ediyordu.

Pkk girdi, "#Direnayol" girdi derken, olayın laçkalaştırılma ve illegalleştirilme operasyonu başarı ile tamamlandı.

Eh biz anlayamıyoruz ki kim Pkk kim Devlet?

Roller mi değişiyor çözemedik ki?

Büyük senaryo diyorsun Başbakan, oyuna geldi diyorsun insanlara.

Sen daha çözüm dediğin şeyin ne olduğunu açıklamadın.

Ülke güvenliği diye Patriot kurdurdun İncirlik Üssü'nü koruyan, ülkenin güvenliğini 40 yıldır alenen tehdit eden Ermeni Asala örgütüyle pazarlık yaparken, ülke güvenliği güvenlik değil mi?

Ülke'den kasıt, Abd, Avrupa, Ermenistan mı?

Desenize Türkiye artık Türk'lerin elinden çıktı.

Türkiye yönetimsiz, sahipsiz kaldı.

Erbakan demişti ya, "geçiş kanlı mı olacak, kansız mı olacak".

Bop için "doğru mu" diye sorulduğunda "haşa!" diyen Erbakan...

Şimdi bu geçiş mi?

Çözüm süreci denen şey, zaten hiçbir zaman Türk'lerin elinde olamamış olan Türkiye'nin, aleni olarak malum ülkelere "geçişi" mi?..

Ne kadar yakın bir gelecekte olacağı bilinmez ama, binlerce vatan haini ajanın ülkeyi sardığı bugünlerde, bizim kastettiğimiz türden "geçiş" mutlak surette kanlı olur.

Kimin kanı olacağını da Allah bilir...

 


27 Haziran 2013 Perşembe

Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu

Başlıktan uzun uzadıya bahsetmeyeceğim, zira sadece olayların "omurgası" olarak görmem sonucu karar verdim. Google Çağı'nı yaşıyoruz artık zaten. Lambadaki cin olmasa da, en az onun kadar işlevsel diyebiliriz; kendisine başvurup, detayıyla inceleme şansınız var.

Çok şanslısınız.

O kadar şanslısınız ki, yıllarca Almanya "müttefikimiz", Abd zaten "kurucu" müttefikimiz, deyip, oltaya bir kaya balığından daha kolay takılmışsınız.

Sisteminiz sizi, tahsil ettiği vergiler karşısında, "yol, köprü, su, elektrik" vereceği yalanlarıyla on yıllarca kandırmış, günümüz itibariyle, yaşadığınız için "haraç" vermek zorunda kalacak duruma getirmiş.

Çağdaş-Laik yöneticileriniz olmuş, Sağcı, Solcu, ileri görüşlüsü de olmuş, geri görüşlüsü de, muhafazakarı da olmuş ara ara, "öyle gibi" görüneni de.

Fötr şapkasıyla nam salanı olmuş, Hun Türk'ü isimleriyle milliyetçilik yapanı da, yıkılan hilafetin üstüne, halifeliğin "daniskasını" yapanınız bile olmuş; dindarların kontrol ve yağma edildiği. 

Dünyanın dört bir yanını "Türkçe" konuşan "Müslüman" öğrencilerle doldurmuş.

Tamamı İsa bekleyen "Müslümanlar"...

Tek farkları, Paskalya'da yumurta boyamak yerine, "Ebru" zanaatıyla mukabele eden olmaları imiş.

Reisleri, Mirleri, Badaları, öyle bir hitabete sahipmiş ki, anlattıklarını anlatırken, kendisini tutamaz ağlarmış. Hüngür hüngür ağlarmış. Bu büyük etki yaratmış.

O'ndan feyz alan siyasiler de, öyle vicdanlı, öyle merhametlilermiş ki, sık sık duygusallaşıp, gözleri Dolar'mış.

Kulakları ise Mark'mış demek isterdim amma, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu para birimini değiştirdiği için diyemiyorum.

Euro. Hani şu günlerde "dövizle askerlik" bedeli olarak öngörülen 6.000 Euro'da bahsedilen Euro.

Emine Ülker Tarhan seçilmemiş, Muharrem İnce "direkten" dönmüş.

Devlet Bahçeli, kağıdı zor okur olmuş.

Sağ, sola girmiş, ortanın sağı, biraz sola çekiyor, merkez sol ise biraz liberale meyilli.

Barış ve Demokrasi Partisi, "doğruları" söyleyen olmuş, doğrular ise bir uçurumun kıyısında intihar etmek üzere.

Gülten Kışanak: "Kürtlere demokrasi, Türklere sopa. Yok öyle şey" demiş. Ağlama meyilli olanların hemen gözleri dolmuş.

Nur cemalli, "iyi huylu vali Mutlu; "Avrupa'da Türkiye'yi en iyi Galatasaray temsil ettiği için problem yok" demiş. Eh tabi "Rastafari" başka nasıl oluşurdu değil mi? Brezilya ve Türk Bayrak'ları birleşimi de rastafari ama, o boyutta komplo teorisi üretecek kadar delirmedim. Ama az kaldı...

Mes'elenin spor olmadığı nal gibi ortada. Hani Süleyman Demirel'in bir zamanlar bindiği atın nalı gibi. 

Özel gününde olduğu için, Başbakan'ı sırtından atan at Cihan'ın nalı gibi.

Roma Cermen'i çok kızdırmışlar belli ki. Bütün ipleri atar oldular. 

İsrail-Türkiye-Kürdiye-Şiiye organlarından oluşan Bop'un oluşmasını hızlandırmak ister gibiler.

Avrupa'dan size hayır yok diyiler.

Bahis işlerinde şikeyi sadece biz yaparız diyiler. Vatikan önemli bir gelir kapısını paylaşmak istemii. Eh haklı adamcağız. O paralar lazım, Antarktika'daki penguenlere Türkçe öğretip, Türkçe şarkı söyleten okullar kuracaklar. 

Yoğun adamlar, işleri var. Meşguller.

Bizdeki siyaset de siyaset ama. 

Başbakan'ımız, akıl ve hafıza sağlığıyla adeta büyülüyor.

"Yemişiz Avrupa"yı dedi ama, Avrupa çekti bir kere Ekskalibur'u.

Gerekirse Haç'ı kendisi kıracak, Mesih'ini Ufo ile kendisi indirecek, ama Türkler'i oyuna almayacak.

Türkler Montofon ineği misali, dev gibi memeler ve uçlarıyla, otomatik pompalarla sağılmaya devam ederken, biz amnezik başbakanı konuşmaya devam edeceğiz.

Demokrasi sürmenajı operasyonu tüm hızıyla devam ederken, MI6 yeni beyin imha yöntemleriyle karşımıza çıkacak.

Roma Cermen, az ödlek değilsin. 

Yok olmaya yüz tutmuş nüfusunla, aleni meydan okuyamıyorsun, oyunlar, oyunlar, oyunlar.

Höt dense, altına işeyeceksin, para kontrolü sende ya, tamam sanıyorsun.

Para sende ama kro da sensin.

Hiçbir halt değilsin.

Planladığın şey hiçbir işe yaramayacak.

Kendi kaosunda boğulacaksın. 

Haydi, durma, büyüt kaosu. Bak seçimler de yaklaşıyor, kaçırma bu fırsatı.

Bak Dolar da yetişti sana. 

Sonra ezip geçer seni mazallah...


23 Haziran 2013 Pazar

Kuru Kuru Efelenmek Olmaz Sayın Başbakan

Hani diyorsun ya, "Akm, terörist başı ve diğer paçavralarla dolmuş, İçişleri Bakanı'ma talimat verdim, 24 saat içinde orayı temizle" diye...

Paralı askerler de bağırıyor "hüloooğğğ" diye...

Hiç lafı uzatmayacağım. Yekten söylüyorum. Mazlumun yanındasın, çiftçinin, işçinin, ezilen vatandaşın yanındasın ya sen. Emeklinin de yanındasın.

Eh yakışır mı sana danışmanlarının eline tutuşturduğu akıl fakiri paçavraları okumak. Yetki sende, mühür sende. Bir emirle Akm boşalttırıp, bir emirle olay bitiriyorsun.

Sende sadece İçişleri Bakanı yok değil mi?

Eğer sen samimiysen, danışmanların da senin gidiş projeni hızlandırma yarışında değil de, gerçekten vatan, millet seferberliğindelerse ve seni "yedirmezlerse", fikir versinler ya, ya da sen kendi fikrini kendin uygulasan da, bir gecede, asgari ücreti ve emekli maaşlarını, yoksulluk sınırının üstüne çıkar. Bir dene.

Bırak meydanlarda atıp tutmayı, kuru sıkı patlatmayı. Sen oradan esip gürlerken, Enerji Bakan'ın Taner Yıldız, motorine, benzine, gaza aynı anda döşüyor zammı.

Versene mesela talimatı, "bu hayasızca vergi yükü enerjiden geri çekilsin!". Onun için de mesela çık basına açıklama yap, "bakanıma talimat verdim, bu yükler 24 saat içinde çekilsin diye".

Bir inandırıcılığın olsun değil mi?

Sen kimin, hangi milletin adamısın, bunu bir göster o çok övündüğün milletine değil mi?

Senin görünürdeki icraatların, millete tersli düzlü biçki dikiş yaparken, meydandan sallamışsın, "çapulcuya, bunlara, onlara" ne hükmü var değil mi?

Bir talimat da Tarım Bakanı Mehdi Eker'e ver mesela, sonra yine çık "bakanıma talimat verdim, çayın, fındığın, pamuğun ve bilumum toprak mahsülünün, üretici ve tüketici arasındaki keneleri sökmesi talimatını verdim. Kazanan sadece üretici ve tüketici olsun talimatı verdim. 24 saati var" diye.

Sonra Ekonomi ve Ulaştırma bakanların da var değil mi sayın hazret?

Senin ülkenin vatandaşlarının tümüne çökmüş "telekominikasyon kenelerin sökün talimatını verdim, faiz lobisi fazla ucu açık oldu, spekülatif oldu, doğrudan kamu harici bankaların tümünün gelir ve mevduat kalemlerini didik didik inceletme emri verdim, 24 saatleri var" desen, bir de bu perdeden gürlesen, sesin daha gür çıksa, o zaman millet adamı olmaz mısın?

İçişleri Bakanı'na bir de, itiraf ettiği orantısız güçle ilgili sorumluların, 24 saat içinde yargıya çıkartılması emrini de versen?

Şimdi ben politikadan tiksinen ama bir vatandaş olarak takip eden, parti üstü bir vatandaşım.

Particiliği ayaklarımın altına alıyorum.

Çünkü Sayın Başbakan; bizim onurumuzu, vebalimizi, milliyetimizi, halkımızı, geleceğimizi, tamamen yalan ve içi boş bir dandik siyasetle ayaklar altına alan sisteme, ben zihnimde ayaklarımın altından daha uygun bir yer bulamıyorum.

Sahi.

Akm'deki "paçavralara" gösterdiğiniz, yüksek irade ve talimat müessesesini, üstte saydığım, gerçek anlamda halkın menfaatine olan maddelerde de kullanabilir misiniz?

Ben iddia ediyorum, hayır! Mümkün değil. Olasılık bile yok.

Şimdi buraya kadar oluşanı bir eskiz sayarsak, son rötuşları da yapıldıktan sonra, çıkan resimde, "iç savaş çığırtkanı, bölücü, ötekileştirici ve aldatan" kim oluyor, sayın başbakan?

Danışmanlarınız değil, siz cevap verin sayın başbakan. 

Milleti 24 saat içinde, birlik yapmak da, birbirine kırdırmak da senin elinde ( konjonktür olarak).

O 24 saati "hayırlı" anlamda kullanabilecek, inisiyatif var mı sizlerde?..

Ben cevap vereyim.

YOK.

O zaman daha neyin mitingi, hangi halkın "iradesi"?

Milletin iradesi dediğin birey, kendisini senin mabadının kılı olarak görürken, sorarım Yalçın Akdoğan'a, "daha neyin karizması?"...

13 Haziran 2013 Perşembe

Borsa Şikecileri

Aylar önce yine bir yazı kaleme almıştım. "Bizde her şey hastalıklı" adında.

Son günlerde yaşıyor olduğumuz hastalıklı tablo da, durumun aylar içerisinde katmerlenerek büyüdüğünü bizlere tüm açıklığıyla gösteriyor.

Bugün haber sitelerini, yandaşı, satılmışı, satılmamışı, kiralığı vs. Hepsinde bir ana sayfa var. Ana sayfada da, gündem haberlerini yansıtan pencereler. 

Bu pencereleri, site ayırmaksızın analiz ettiğimizde, bir bölümünü, Gezi Parkı olayları, bir bölümünü "futbol transfer ve başkanların söylemleri" haberleri, bir bölümünü de, özellikle yazları görmeye alışık olduğumuz, bikinili haberler ve verilen "frikikler" haberleri oluşturuyor.

Yani bunca dertle dertlenen aslında sadece bizleriz. Halk!

Medya ve medyayı kullanan tüm sistemlerin keyifleri tıkırında. Birisi gaz bombasıyla gözünden vurulmuş, birisi öldürülmüş, sakatlanmış, avukatlar bile göz altına alınır olmuş, bunlar temelde medya için bir renk. Sıradan bir detay.

Gerilimi, gelecek kaygısını, ülkenin içinde bulunduğu durumu düşünen, sadece halk.

Neden sadece halk diyorum? Aslında görünürde, önüne gelene sallayan, tehditler savuran, ya da savrulan tehditlere karşı duruyormuş gibi yapan siyasiler, bürokratlar da var değil mi?

Ancak dün tv'ye çıkarılan Necati Şaşmaz, nam-ı diğer "Usta", halkın kaygılarının, devlet erkanı tarafından ne kadar önemsendiğini, ciddiyet seviyesini ve dalga geçme potansiyelini gözler önüne serdi. Sistem bir anlamda "sizin layığınız bu" dedi.

Demeye de devam ediyor. 

Fenerbahçe ile sürgün veren şike operasyonu da keza. Her şey belirli sembol algıları üzerinden yürüyor.

Çünkü Fenerbahçe, Mustafa Kemal'in de takımıydı.

Çünkü son süreç, Mustafa Kemal'in bayramlarının, bayrağının, ideolojsinin, ayaklar altına alındığı bir süreç. Gündemin genellikle en az %50'sini işgal ediyor olan futbol mafyası üzerinden siyaset gütmenin, Fenerbahçe adına çıkarılacak bir şike bombasından daha iyi bir yolu olamazdı.

Tabii ki bu, şikenin varlığını reddetmiyorum. Zira şike, dünyanın "tek" hakimi şu sıralar.  Ben de eski bir Fenerbahçe taraftarıyım. Spor müsabakası olduğunu sandığım maçların, tamamen yatırılan bahis yoğunlukları üzerinden şekillendiğini görünce, kendimi eşşek yerine koyulmuş hissettim ve artık herhangi bir spor klübü taraftarı değilim. Ancak spor taraftarıyım. 

Beni sadece sömürmek, yayın satmak, forma satmak, kombine bilet satmak, bağış toplamak için bir meta olarak gören sistemin, taraftarlarına taraftar olmalarının bedelini sürekli ödettirdiğini farkettim.

Geldiğimiz günde futbolda şike yok mu sanıyorsunuz?

Eğer olay temizlendi ve şu an her şey yolunda sanıyorsanız yanılıyorsunuz.

Bugün bizlere bir siyasi mantığın ve halkın lideri gibi görünen, ya da lider potansiyeli varmış gibi görünen kişilerin tamamı, bu şike mafyasının yıldızları. 

Ve şike mafyası, sadece futbolda yok. Bugün 7-77 yaş aralığında, içerisinde para-yatırım-bahis gibi "ödeme ve beklenti" temelli şeylerin tümü şikeli, tümü şaibeli.

Tıpkı seçimler gibi, tıpkı başbakanın son günlerde sürekli sayıkladığı ve sayıklattığı   "faiz lobisi" kavramı gibi.

Bugün boykot ediyor olduğumuz firma ve holdinglerin neredeyse tümü, sandıldığı gibi tek bir şahsa ait değil. Birçoğu, çoklu ortaklı ve önemli ayakları genellikle yurt dışında olan firmalar.

Bizler algısal olarak, Ferit Şahenk'i, Koç'u, Sabancı'yı, Ülker'i, Boyner'i ve bilumum birkaç markayı ve yönetiminde olan insanları boykot ediyoruz ya da etme kararı alıyoruz değil mi?

Bu piyasaya nasıl yansıyor?

Hızlı manevralarla inip çıkan borsa değerleri, gizli devalüasyon geçiren döviz kurları ve aslında moratoryum seviyesine gelmiş Türkiye Cumhuriyeti.

Daha önce geçirdiğimiz kriz tablolarından çok daha berbat bir kriz ortamı olmasına rağmen, bizlere bu nasıl yansıtılıyor?

"Türkiye Imf borcunu sıfırladı, devlet puanlama şirketleri, puanı arttırdı ve Türkiye'yi yatırım yapılabilir seviyeye yükseltti."

Bu dışarıyı ilgilendiren bir şey değil temelde. Çünkü Türkiye'de kimin nasıl yatırımlar yaptığını, tam olarak ortaya çıkarmak bugünün teknolojisi ve konjonktürü ile mümkün değil. Asıl hedef içerideki yatırımcı ve onun gaza getirilmesi.

Müthiş bir kara para akışı, konteynırla Dolar yığsanız, Euro yığsanız, hesabını soracak ya da kaynağını soracak bir sistemin olmayışı, bu paraları bankalara ya da borsaya yatırmak isteseniz, yine kaynağı sorulmayan bir sahte düzen içerisinde, birileri milyalarla ifade edilen servetlerine servet katarlarken, küçük yatırımcının yani halkın, yastığı altındaki altınına, elindeki parasına ya da mevduatına göz dikmiş, aç gözlü, doyumsuz, pis boğaz kravatlı yan kesicilerin, o yatırımları cukka etme operasyonlarını, bizler siyasette ilk ağızdan, "faiz lobisi" hesap verecek olarak dinliyoruz.

Yani ters manipülasyonun kitabı yazılıyor.

Bizim karşı durduğunu sandığımız ve karşıtlarının bile bugünlerde zokayı yuttuğu ve "eğer gerçekten faiz lobisine karşı duracaksa ben yanındayım" güruhunun oluşmasına neden olan Başbakan ve kabinesi ve yine faiz lobisi atağına açık destek veren Bahçeli, aslında faiz lobisinin şike operasyonuna hizmet ediyorlar.

Hatırlayın, daha birkaç ay olmadı, yılların İmkb'si, pat bir anda Borsa İstanbul oluverdi.

Turkcell, Turk Telekom reklam formatlarında reklamlar çekilmeye başlandı. Birkaç sene öncesine kadar kobi seviyesinde olan firmalar, Borsa İstanbul'da halka arz edilmeye başlandı.

Ve yüce hazret çıkıp da "milletin kanını emenler hesap verecek" dediği zaman, asıl hesabı emenlerden değil, kanı emilenlerden sormuş oluyor. 

Bazı çevreleri spekülatif davranmakla suçlayanlar, kendileri baş spekülatör oluyorlar. Ve bal gibi de bunun farkındalar. Dolayısı ile vatan haini oldukları gerçeğini değiştirmiyor.

O cengaver gazeteciler, fırça kayanlar, haydi biriniz yazsanıza, "7 yaşından itibaren gençleri avlayan ve sürekli kasanın kazandığı İDDAA furyasının önüne geçsene" diye.

Yapabilir mi?

Yapabilmeyi geçtim.

Sadece bunu zikredebilir mi?

Hayır mümkünü yok. Ağzına bile alamaz. Denemesi bedava. 

Madem Allah korkusu ve din korkusu ile adalet anlayışı ile hareket eden bir başbakansın ve kabinesininiz ya da muhalifleri, herhangi birinin, Türkiye'de ve tüm dünyada, dudak uçuklatacak, Borsa İstanbul'u 5 defa katlayıp hallaç pamuğu gibi atacak potansiyelde, asıl tehdit ve soygun mekanizması olan, sporu dejenere eden, bahis mafyasını ya da popüler adıyla, "BAHİS LOBİSİNİ" de ağzınıza alsanıza? 

Alabilir misniz?

Nasıl ki, silahsız masum insanlara, acı çektiren vicdanlarınız, bunu yapıyorken zerre titremezken, Bahis Lobisini ağzına almaya cesaret edemez.

Rothschild ve Rockefeller grubunun hakimiyetini tehdit altına sokan John F. Kennedy gibi, 200 küsür metreden alnınızdan vurulmaktan korkarsınız. 

Hadi bundan da korkmadınız diyelim, saltanatınızın bitmesinden, bu rüyanın sonlanmasından korkarsınız.

Bir şekilde halkçı ayaklarına yatarken, sıranızı savana kadar yiyebildiğiniz kadar yediklerinizi kaybetmekten korkarsınız.

O yüzden vatanı, milleti, ülkeyi, düşünüyor ayaklarını bırakın.

Rol kesmeyin. Sizler oyun ve makam sahibisiniz ama, tüm bu oyunlarınızı izleyen birileri olduğunu da gözden kaçırmayın.

Halkı bu kadar hafife almayın. 

Köprüyü geçene kadar kullandığınız Allah'ı da hafife almayın. Tarihi bir inceleyin, halkın attığı tokatlar hep büyük olmuştur...

10 Haziran 2013 Pazartesi

TÜRK AÇILIMI

Böyledir bu işler. Demokratikleşmeydi, açılımdı derken, "süreci baltalamak isteyenler çıkabilir" derken, bir bakarsınız, sizi kukla gibi oynatan sistem, süreci baltalayan bir numaralı isim yapıverir.

Artık Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nden, "teröristlerin yola döşedikleri mayının patlaması sonucu bir astsubay, 2 uzman erbaş ve 5 er şehit oldu, 3 er ağır yaralı olarak yoğun bakıma alındı" gibi haberler gelmiyor. 

Neden?

Çünkü "süreçteyiz". Pkk cicilerini giyip, güzelce temizlenip, ellerinde keleşleriyle "dağdan" indi. Ve sınır dışına çıktı. 

Sınırın dışına çıkıldığı kesin. Yaşıyor olduğumuz günler, hiçbir sınırın tanınmadığının en büyük göstergesi. 

"Bunlar bölücüdür, kafatasçıdır" diyenler, "Kürt Sorunu" adı altında mesnetsiz ötekileştirme manevrasıyla, kafatasçılığın kralını yaptıklarından haberdar bile değiller. Haberdar olsalar da işlerine gelmiyor ya da. Olmayan bir sorunu var edip, tamamen Abd kontrolündeki Pkk'yı, tüm halkın bir sorunuymuş gibi yansıtanlar, sürecin zarar görmemesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Yerseniz.

"İncirlik nedir ne işe yarar?" diye soran yok. Tüm kaynaklarımızı, önce özelleştirme yalanı ile tümüyle dış kontrole bırakıp, bir de üstüne mütekabiliyet yasası da çıkarınca, "ben %100'ün başbakanıyım, hizmetkarıyım" diyen kişinin, kimin başbakanı olduğu ve kimin hizmetkarı olduğu da aşikar. 

Mesela bu sözleri tercüme edelim. Aslında nasıl olması gerekirdi:

- Ben % 100 Abd'nin İslam figüründe koltukta tuttuğu başbakanım. Ben Exxen Oil'in, Gazprom'un, Bp'nin, Total'in hizmetkarıyım.

Kendisi hep mazlumların sesi olduğunu, onları ezdirtmeyeceğini söyler, oysa olay nasıldır?

- Yine devlet tarafından açıklanan açlık sınırı, 995,28 TL. Asgari ücret ise, 773.01 TL. Emekli maaşları da keza aynı seviyelerde. 

Demek ki neymiş, Akp'nin kendi haklarını koruyacağını sanan, Tayyip Erdoğan'ı vatan aşığı sanan sözde %50. Sizler bu hükümet tarafından kılçıksız yutulan ilk tabaka oluyormuşsunuz.

Bugüne kadar hangi siyasi figür gelmiş de, vatandaşın lehine tek bir adım atmış. Bizler hep ideoloji batağında fanatizm kavgaları yaparken, soygun, sömürü tüm hızıyla devam etmiş.

Tayyip Erdoğan, vatan aşığı da madem, Ab ve Abd tarafından yarıyarıya kırışılan akaryakıt üzerindeki vergi yükünü kaldırsın ya görelim aşkını sevgisini.

Neden sürekli akaryakıt örneği veriyorum; çünkü tüm ekonomi bunun üzerinden belirleniyor. Birkaç sene öncesine kadar 1 $ bile olmayan akaryakıt, şu an neredeyse 3$. Bunun adı katliamdır.

Ha katliam demişken, şimdi Pkk silah bıraktı ya hesapta. Reyhanlı falan zaten Esad'ın işi. 

Kürt açılımı da yaptık, ziyadesiyle iyi gidiyor.

Madem mesele demokrasi, halk hizmetkarlığı ve adalet.

O zaman görüntü itibariyle gelinen noktada, artık bir Türk Açılımı yapmanız da zorunlu hale geldi.

Yıllarca Abd'nin Güneydoğu topraklarındaki petrolü ve diğer madenleri rahatça sömürebilmesinin yöntemi olarak kullandığınız Pkk'dan, tüm halkı sorumlu tutamazsınız.

Bir yazı gördüm geçen gün, "ya işte bizi anladınız mı, yıllarca sadece ezilip, sesimizi duyuramamamızın ne kadar kötü bir şey olduğunu anladınız mı" demiş, bir Kürt vatandaş gözüyle.

Güzel kardeşim, senin anladınız mı dediğin kitlenin içinde, her millet vardı. Tıpkı Kurtuluş Savaşı gibi. Kimlik soran yoktu o kalabalığa gireceklere. Ortak tek nokta vardı. Haksızlığa, adaletsizliğe ve talana "dur!" demek. 

Siyasilerin ayrıştırmacı politikaları olmasa, bu millet her unsuruyla iç içe geçmiş durumda zaten. Artık istesen de ayıramazsın. Aslolan vatan olduktan sonra, zaten gerisi teferruat olur.

Bugün aslolan vatandır, millettir diyenler, daha ücretleri açlık sınırının üstüne çekmekten acizler.

Sadece yoğun bir tiyatro. Zerre kabiliyet, zerre inisiyatif yok. Ellerine verilen kağıtları okumaktan bile aciz olanlar mı sağlayacak bu ülkenin bekasını?

Aile Bakanlığı, 90'lı gençlerin profilini çıkaracakmış. Ah bakan ah, senin profilini çıkaran çıkarmış ki, senin tüm yıldırmalarına rağmen, hak arıyor. Korkmuyor.

Cici Aile Bakanı, sen samimiysen, 90'lı ve diğer gençlerin asıl en büyük düşmanı olan, İddaa mafyasıyla uğraş bakalım. Onların profillerini onlara bırak, bu gençliği sömürmek için sıraya girmiş ve faaliyette olan İddaa furyasının profilini çıkart.

Başbakan bey, siz de samimiyseniz ve muktedirseniz, yapın bir gecede, emekliye ve işçiye %100 zam. Faiz lobisine laf geçiriyor ayaklarını yemiyor artık millet. Bırakın spekülasyonları ve hayal alemini. 

Gerçeklere dönün. Gerçekler bir girdap gibi büyüyor. Büyüyordan kastım, sokağa dökülme ve Gezi Parkı kafası değil.

Bir farkındalık zuhur etti, bir uyanış var. Kimin samimi, kimin yiyici olduğunu görmeye başladı insanlar.

Durumun partiler üstü olduğunu, siyasetin sadece ve sadece bir sömürü mekanizması olduğunu anladı artık millet. 

İstediğiniz kadar yırtının, sizi olimpiyatlarda destekleyecek olan 7 patron da kurtaramayacak. 

Daha doğrusu, siyaseti artık kimse kurtaramayacak. Siyasetin ve partizanlığın, hiçbir işe yaramadığını görmeye başladı insanlar.

Ya siyaset mekanizması baştan ele alınıp, halkın kontrolüne geçecek, ya yok olacak.

Demoktarik güdülerinizden isteğimiz, hızlıca bir Türk Açılımı'na gitmeniz. Demokrasi herkes içindir değil mi? 

Birbirimizi kandırmayalım...
 


2 Haziran 2013 Pazar

Gül Tayyip'i İndirirken

Akp'nin parti tüzüğü belli. 3 dönemden sonra devir daim olacak bir sistemleri var. Tabi bir mutant parti tüzüğü için oldukça derin düşünülmüş bir detay bu. Bugünleri biliyormuşçasına...

Önümüzdeki günlerde eğer Akp parti tüzüğünü değiştirmezse, Recep Tayyip Erdoğan siyaset sahnesinde yer almaya devam edebilmek için, ya Cumhurbaşkanı olacak ki bu uzak ihtimal çünkü henüz Mason değil, ya da ülkeyi referanduma götürüp başkanlık sistemini yürürlüğe koyacak. 

Bu iki ihtimal de şu an için çook uzak görünüyor çünkü, Tayip Erdoğan, daha önce de kullanılıp üstü çizilmiş olan tüm merkez sağcıların başına geldiği gibi üstü çizildi. Bu anlamda tek şanslı Süleyman Demirel oldu. Sevdirmiş kendisini adamcağız bir şekilde, çizdirmedi kendisini ve hala aktif. Sanırım çocuğu olmadığı içindir. Büyük Cia ajanlarından ne de olsa.

Tabi artık teknoloji de ilerledi. Eskiden birisini tasfiye etmek için, asmak falan gerekiyordu. Şimdilerde bu daha kolay. Biyogenetiğin dibine vurmuş olanlar, istediklerini istedikleri an kanser marifetiyle postalayabiliyorlar. Zehirlemek de bir yöntem ama fazla brutal kaçıyor artık. Kanser daha derin, duygulu.

Tayyip Erdoğan da bunu farketmiş olacak ki, yine Vatikan'ın Arap Baharı'na çevirmek için yırtındığı "sivil" ayaklanmayı es geçip, Taksim'e cami de yapacağını salık verdi. 

Türkiye'de sokaklara dökülmüş milyonları, "yüzlerle" ifade etti. Sağcısı, solcusu, Alevi'si, Sünni'si, Ülkücü'sü, Devrimci!si, hep bir ağızdan adalet ve demokasi diye bağırınca afallamış olacak ki, üstlerine kimyasal saldırı bile yaptırdı.

Bugün de çıkmış, her içen alkoliktir dedi. 

Şahsen artık Tayyip Erdoğan'ı muhatap alan yazılar kaleme almayı zaman kaybı olarak görüyorum. Çünkü görülüyor ki, sıkı bir psiko-sosyal muayeneden, "hayırlısıyla" çıkacak bir yönetici yok artık karşımızda.

Üstünün çizildiğinin tam anlamıyla farkında olan ve bunun tedirginliğini yaşayan "biri" o artık. 

Hatırlarsınız, birkaç ay önce Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan çekişmesi-sürtüşmesi lanse edilmişti. Çok uzamadı bu, çünkü lobi sembolizmi sever. Ufak işaretler verip, geri çekmeyi, göle yemsiz olta atıp beklemeyi sever. 

Buradan çıkaracağımız en yalın sonuçlardan birisi, sanıyorum ki, Tayyip Erdoğan'ın elim bir hastalık sonucu vefatının ardından, kalan meydanı ne şekilde ve kimlerin değerlendireceği analizinin yapılması olacaktır.

Buna en yakın isim şimdilik Abdullah Gül duruyor. Sessiz bir bekleyiş içerisinde olduğu belli. Ta ki "Occupy Gezi" hareketine kadar korunan sessizlik, polisin halka saldırırken, "ordunun" halka gaz maskesi dağıtmasıyla biraz olsun uç verdi. 

Biliyorsunuz şu an Baş Komutan Abdullah Gül. Genel Kurmay Başkanı'nın eski forsu yok artık. Çok şey değişti Türkiye'de. Uyum yasaları sadece Avrupa Birliği kapsamında yapılmıyor. Gül Haç uyum yasaları da eş zamanlı yürüyen adımlardan.

Sosyal medyada birçok kışladan, "gezi parkı arkandayız" paylaşımları dolaşıyor. Ben bunu sıradan bir desteğe yormuyorum açıkçası. Onlarca olay olmuştur son dönemde. Hiçbirisi ne içeriden ne dışarıdan bu kadar destek görmedi. "Üstat" Banu Avar da ziyadesiyle açıklamış zaten bu durumu.

Tutuklu komutanların aleyhinde tanıklık yapan Pkk'lıların kabul gördüğü bir Türkiye'deyiz şu sıralar. Yani Pkk Cumhuriyeti bir nevi deklare edildi. 

Türkiye ve Türklük, artık tu kaka edilen, ezilen, dışlanan, gazlanan bir kavram. 

Yani Tayyip Erdoğan projesinin etrafı çok yönlü olarak sarılmış durumda. Ola da kansere bağlı vefattan önce, vatan hainliği ile Yüce Divan'da yargılanıp Apo'nun yanına gönderilmese.

Bu hiç şaşırtıcı olmazdı çünkü teorik olarak şu an zaten yanyanalar.

Ancak bu tip bir olayın gerçekleşmesinin ardından gelebilecek "Occupy Gezi" manevrasının bir sonraki aşaması, sanırım Tahrir'dekinden çok farklı olmaz. Çünkü sivil protestoyu bile buna çevirmek için gayet iyi çaba sarfedildi ama fayda etmedi. 

Belki ilerleyen günlerde bu karışıklığın dibi yine kaşınır.

Ondan sonra da olabilecekler sıralamasında, sanırım Türkiye'nin hızlı bir şekilde Başkanlık sistemine geçişi, eyalet ve konfederasyon sınırlarının belirlenmesi, Fethullah Gülen'in Türkiye'ye dönüşü gelecektir. Tabi bunlar olurken Abdullah Gül bunların neresinde olacaktır bilinmez.

Ancak bilinen ve görülen şeyler için, Tayyip Erdoğan projesinin tasfiyesinde, Abdullah Gül'ün aktif rol oynayacağı, polis ve ordunun, yeri geldiğinde zıt kutuplarda yer alacağı, iki güvenlik gücünün zıt kutuplarda yer alırken, halkın da armut toplamayıp saflarını belirleyeceği diyebiliriz.

Halk, hiçbir kutuplaşmaya düşmeyeceğinin önemli bir sinyalini vermiş olsa da, bazı ateşlerin alevlenmesi ufak kıvılcımlara bakar.

Gayet büyük bir ihtisas ve ihtimamla hazırlandı bugün gelinen nokta. Elbet tüm gedikler düşünülmüştür. 

Ama Vatikan bir yerde yanlış yapıyor. O yanlışı gördüğünde de, gerçekten iş işten geçmiş olacak.

Nurettin Yılmaz Koçak